ÖDEV SİTESİ

18 Mart 2008 Salı

dogal afetler ve dogal afetlerden korunma

DOĞAL AFETLERDEN KORUNMA

Türkiye Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgeleri arasında çok stratejik bir konuma sahip olduğu gibi gerek jeolojik ve topografik gerekse meteorolojik koşullarının olumsuzluğu nedeniyle sık sık büyük doğal afetlerle karşı karşıya kalarak önemli miktarda can ve mal kayıplarına uğramakta ve ekonomik ve sosyal yapımızda derin yaralar açan sorunlarla boğuşmaktadır. Hızlı nüfus artışı ve yerleşme yerlerindeki düzensiz gelişmeler doğal afet zararlarını arttırmaktadır.

Son on yılda meydana gelen doğal afet zararları 20 Milyar ABD Doları kadardır. Ülkemizde her dokuz ayda bir hasar yapıcı bir deprem ve yılda ortalama 25 önemli su baskını ve 50 heyelan olayı meydana gelmektedir. Marmara Denizinde meydana geleceği öngörülen depremin olası hasarlarının ülke ekonomisinde yaratacağı olumsuzluğu hesap etmek bile çok zordur. Bu nedenle 1999 depremlerinden alınan dersler doğrultusunda bir doğal afet olduktan sonra yara sarma politikaları terkedilmiş ve afet zararlarını azaltma politikalarına öncelik verilmektedir. Bu kapsamda ve makro düzeyde baktığımızda öncelikli olarak yapılması gerekenin bir risk yönetimi stratejisi geliştirilmesi olduğu açıktır.

Bunun için ülke boyutunda atılması gereken temel adımlar ise:

1- Bir koordinasyon mekanizması kurulmalı

2- Kalkınma planı ile afet yönetimi ilişkisi sağlanmalı

3- Bilgi herkesle paylaşılmalı

4- Eğitim ve kamu bilinci önemsenmeli

5- Yurttaşlar sürece doğrudan katılmalıdır

Risk Yönetimi sürecinde temel ilgi alanı olarak Riski Kontrol Mekanizması alınmalı ve bunun için:
1- Eğer risk çok yüksekse riskten uzaklaşmak yada kaçmak

2- Eğer risk oranı düşük ise riski azaltacak çabaları uygulamak en akılcı yoldur.

Riski kontrol edemediğimiz durumlarda ise riskin finansmanına öncelik vererek riski olabildiğince toplum içinde paylaştırmak gerekir.

Daha bireysel baktığımızda yapacağımız başlıca işler :

1- Çevremizde mevcut tehlikeler nelerdir ? Araştır

2- Bu tehlikelerin özellikleri, büyüklükleri, olma sıklığı, etkileri, önceden bilinebilip bilinemeyeceği? Analiz et

3- Bu analizler sonunda afet senaryoları kurgulanarak korunmaya yönelik önlemler alınmalı. Planla

4- Acil durumlar için araç gereç hazırlanmalı. Hazırlan

Kent ölçeğinde bakıldığında:

Son on yıl içinde çok şey yazıldı çizildi. Ancak ortaya çıkan temel gerçekler:

1- Bilmek ve yapmak arasında ilişki iyi kurulamıyor.

2- Sürece doğrudan katılması gereken ortaklar içsel dönüşümlerini gerçekleştirmiyorlar.

Bunun aşılabilmesi için

1- Herkeste afet zararlarının azaltılabileceği fikri yerleştirilmeli.

2- Bilimsel bilgi ile yerel davranış arasındaki çelişme aşılmalı.

3- Herkese ulaşılmalı.

4- Çapraz ilişkiler (kamu-özel, toplum-birey) geliştirilmeli.

5- Sürekli eğitim programları uygulanmalı.

6-Planlama ve planların güncelleştirilmesi unutulmamalı.

Yine Kent bütününde bakıldığında:

1- Afet bilgilerini paylaşalım.

2-Afet duyarlılığını arttırmak için deneyimlerimizi paylaşalım, erken uyarı, tahliye için müdahale sistemleri kuralım.

3-Ailede, işyerlerinde, kamu tesislerinde afete hazırlanma anlayışı geliştirelim.

4- Deprem sırasında ve sonrasında yapılacaklarla ilgili tatbikat ve eğitimler yapalım, acil durum yönetimi bilgilerini herkese ulaştıralım

5-Her gün 5 dakika ayırarak aileleri, okulu hastaneleri afete hazırlayalım, afet psikolojisini öğrenelim ve öğretelim.

6- Tıbbi müdahale konusunda bilgilenelim

7- Mahalle ölçeğinde arama-kurtarma yöntemlerini öğrenelim

8- Yapısal olmayan önlemler (eşya güvenliği vs) konusunda çabalar sarf edelim.

9- Sürekli eğitim yapalım ve eğitim materyalleri dağıtalım. Medya olanaklarından yararlanalım.

10- Kent içi ve kentler arası tatbikatlar yapalım.

Etiketler: , , , ,

tam sayilar ve ozellikleri odevi

Tam sayılar, doğal sayılar (0, 1, 2, ...) ve bunların negatif değerlerinden oluşur (-1, -2, -3, ...; -0 sayısı 0 sayısına eşit olduğundan ayrı bir tam sayı olarak sayılmaz). Matematikte tam sayıların tümünü kapsayan küme genellikle Z (ya da \mathbb{Z} şeklinde gösterilir). Burada "Z" harfi Almanca Zahlen (sayılar) sözcüğünün baş harfinden gelmektedir. tamsayılarda toplama: tam sayılarda toplama yapılırken sayılar pozitifse toplanır sonuca yazılır.ikiside negatifse toplama yapılır fakat sonuç negatiftir.
pozitif tam sayılar 0'dan uzaklaştıkça büyür.

Negatif tam sayılar ise 0'dan uzaklaştıkça küçülür.

En büyük negatif tam sayı -1'dir. En küçük pozitif tam sayı ise +1'dir.

Başlangıç noktasına eşit uzaklıktaki sayılar mutlak değerce eşittir.

Mutlak değer içindeki her sayı mutlak değer dışına pozitif olarak çıkar.

Etiketler: , , ,

rasyonel sayilar ve ozelllikleri

A)Rasyonel Sayılar:Birbirine denk olan kesirlerin meydana getirdiği her kümeye rasyonel sayı denir.Rasyonel sayıların meydana getirdiği kümelere rasyonel sayılar kümesi denir.Rasyonel sayılar kümesi “Q” ile gösterilir.

NOT:Her tam sayı rasyonel sayı olarak yazılabilir.
ÖR:
Yandaki şekilde,bir bütün 4 eş parçaya
bölünmüş ve bu eş paçalardan üç tanesi . taranmıştır.

3
4

Taralı bölge,bütünün üç tane parçası(kesri)dir.Bu parçaları belirten kesir, 3 biçiminde gösterilir.
4
3 kesrinde; 3’e pay,4’e payda denir: 3 kesri, “üç bölü dört” ya da “dörtte üç” diye okunur.

NOT:Sıfırdan büyük olan rasyonel sayılara pozitif rasyonel sayılar, sıfırdan küçük rasyonel sayılar da negatif rasyonel sayılar denir.

Pozitif rasyonel sayılar kümesi “Q+”ile gösterilir. Negatif rasyonel sayılar kümesi”Q-“ile gösterilir.


Q = Q- U {0} U Q+








-1-
B)Rasyonel Sayıları Karşılaştırma (büyüklük ,küçüklük)
1-Paydaları eşit olan rasyonel sayılar:
Paydaları eşit olan pozitif rasyonel sayılarda payı büyük olan daha büyük,payı küçük olan daha küçüktür.

ÖR: 15 , 7 , 3 3 7 15
20 20 20 20 20 20

Paydaları eşit olan negatif rasyonel sayılar pozitifin tam tersidir.Payı büyük olan negatif rasyonel sayılar küçük,payı küçük olan negatif rasyonel sayılar büyüktür.
ÖR: 15 , 7 , 3 15 7 3
20 20 20 20 20 20

2-Payları eşit olan rasyonel sayılar:
Payları eşit olan pozitif rasyonel sayılarda paydası küçük olan daha büyük, paydası büyük olan daha küçüktür.

ÖR: 7 , 7 , 7 7 7 7
9 5 3 3 5 9

Payları eşit olan negatif rasyonel sayılar pozitifin tam tersidir.Paydası büyük olan negatif rasyonel sayılar büyük paydası küçük olan negatif rasyonel sayılar küçüktür.

ÖR: 7 , 7 , 7 7 7 7
9 5 3 9 5 3

3-Payı ve paydaları farklı olan rasyonel sayılar:
Payı ve paydaları farklı olan rasyonel sayılarda pay paydaya bölünerek sıralama yapılır.
ÖR: 18 , 7 , 48 18:3=6 48 7 18
3 4 57 7:4=1,75 57 4 3
48:57=0,84


-2-



Arada olma
İki rasyonel sayı arasına bir yada birkaç rasyonel sayı yerleştirmeye denir.
ÖR: 2 ile 4
3 5

I.YOL: 2 4 II:YOL:2 4 III.YOL: 1 2 4
3 5 3 5 2 3 5
2

1 2 4 1 10 12 1 22 22
2 3 5 2 15 15 2 15 30


ÖR: 5 ile 7 1 5 7 1 15 14
4 6 2 4 6 2 12 12

1 29 29
2 12 24



5 29 7
4 24 6
C-İrrasyonel sayılar:
Sayı doğrusu üzerinde görüntüsü olmasına karşın,rasyonel olmayan
gibi sayılara irrasyonel sayılar denir.İrrasyonel sayıların oluşturduğu kümeye irrasyonel sayılar kümesi denir.
Gerçek (reel) sayılar kümesi:Rasyonel sayılar kümesi ile irrasyonel sayıların birleşim kümesine gerçek (reel) sayılar kümesi denir.Gerçek
sayılar kümesi ,sayı ekseninin her noktasını doldurur.Sayı doğrusu üzerinde her noktaya bir gerçek sayı her gerçek sayıya da bir nokta karşılık gelir.
Gerçek sayılar kümesi,”R” sembolü ile gösterilir.
-3-


2-RASYONEL SAYILARDA TOPLAMA İŞLEMİ

a)Aynı işaretli iki rasyonel sayının toplama işlemi
Aynı işaretli iki rasyonel sayının toplama işlemi yapılırken ,rasyonel sayıların paydaları eşit değilse ,paydalar eşitlenir.Payların mutlak değerleri toplamı paya yazılır.Ortak payda,paydaya yazılır.toplananların ortak işareti,toplama ,işaret olarak verilir.

Tam sayılı kesirler toplanırken ,bu kesirler bileşik kesre çevrilerek toplama işlemi yapılır.

ÖR: +3 +7 +3 +35 +3 +38
5 1 5 35 3 5

b)Ters işaretli iki rasyonel sayının toplama işlemi
Ters işaretli iki rasyonel sayının toplama işlemi yapılırken, rasyonel sayıların paydaları eşit değilse eşitlenir.payların mutlak değerleri farkı alınır,paya yazılır.Ortak payda ,paydaya yazılır.toplam olan rasyonel sayının işareti ise,mutlak değeri büyük olan rasyonel sayının işaretidir.

ÖR: 1 2 1 20 24 15
3 5 4 60 60 60


+20+24+(-15)
60

+44+(-15)
60

29
60




-4-
3-RASYONEL SAYILAR KÜMESİNDE TOPLAMA
İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ


a)Kapalılık özelliği:İki rasyonel sayının toplamı , yine bir rasyonel sayıdır.Yani rasyonel sayılar kümesi toplama işlemine göre kapalıdır.

ÖR: - 2 + 2 -4 +2 -2
3 6 6 6 6

b)Değişme özelliği:Rasyonel sayılar kümesinde,toplama işleminin değişme özelliği vardır.

ÖR: -4 +1 -8 +7 -1
7 2 14 14 14

+1 -4 +7 -8 -1
2 7 14 14 14

-4 +1 +1 - 4
7 2 2 7

c)Birleşme özelliği:rasyonel sayılar kümesinde toplama işleminin birleşme özelliği vardır.

ÖR: 4 3 1 4 4 8
5 5 5 5 5 5

4 3 1 7 1 8
5 5 5 5 5 5

4 3 1 4 3 1
5 5 5 5 5 5





-5-
d)Etkisiz (birim) eleman özelliği:”0”tam sayısına,rasyonel sayılar kümesinde toplama işleminin etkisiz (birim )elemanı denir.
ÖR: -7 -7 -7 -7
9 9 9 9

buna göre;

-7 -7
9 9


e)Ters eleman özelliği:Toplamları “0”tam sayısına eşit olan iki rasyonel sayıya toplama işlemine göre birbirinin tersi denir.

ÖR: +5 -5
20 20

-5 +5
20 20

4-RASYONEL SAYILARDA ÇIKARMA İŞLEMİ
İki rasyonel sayının farkı bulunurken,eksilen rasyonel sayı,çıkan rasyonel sayının toplama işlemine göre tersi ile toplanır.

ÖR: +3 +1 +3 -1 +18 -5 +13
5 6 5 6 30 30 30



ÖR: +7 +5 +7 +25
10 2 10 10

+7 -25 -18
10 10 10



-6-

Yukarıda verilen örneğe göre iki rasyonel sayının farkı,yine bir rasyonel sayıdır.Buna göre ;
Rasyonel sayılar kümesi çıkarma işlemine göre kapalıdır.

5-RASYONEL SAYILARDA ÇARPMA İŞLEMİ
İki rasyonel sayının çarpma işlemi payların çarpımı paya,paydaların çarpımı paydaya yazılarak yapılır.

NOT:Aynı işaretli iki rasyonel sayının çarpımı pozitif , ters işaretli iki rasyonel sayının çarpımı ise negatif bir rasyonel sayıdır.
Yani:
+ x + = +
- x - = +
- x + = -
+ x - = -


ÖR: -4 +3 (-4)x(+3) -12
1 4 1 x 4 4

NOT:Tam sayılı kesir biçminde verilen rasyonel sayılar çarpılırken önce tam sayılı kesirler bileşik kesre çevrilir.Sonra çarpma işlemi yapılır.


6-RASYONEL SAYILAR KÜMESİNDE ÇARPMA
İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ
a)Kapalılık özelliği:
İki rasyonel sayının çarpımı yine bir rasyonel sayıdır.Yani rasyonel sayılar kümesi çarpma işlemine göre kapalıdır.

ÖR: +3 -2 -6
4 3 12



-7-
b)Değişme özelliği:
Rasyonel sayılar kümesinde çarpma işleminin değişme özelliği vardır.

ÖR: -19 -1 +19
20 3 60

-1 -19 -19
3 20 60



c)Birleşme özelliği:
Rasyonel sayılar kümesinde çarpma işleminin değişme özelliği vardır.
ÖR: +3 -2 +1 -6 +1 -6
1 3 5 3 5 15

+3 -2 +1 +3 -2 -6
1 3 5 1 15 15


d)Yutan eleman:
Bir rasyonel sayının “0”sayısı ile çarpımı “0”dır.”0”sayısına ,çarpma işleminin yutan elemanı denir.

ÖR: -7 -7
9 9

e)Etkisiz birim eleman:
+1 rasyonel sayısına, çarpma işlemine göre etkisiz (birim) eleman denir.

ÖR: +4 +4 +4 +4
3 3 3 3


-8-
f)Ters eleman:
Çarpımları +1 olan iki rasyonel sayıya çarpma işlemine göre tersi denir.

ÖR: +2 +3 2 x 3 +1
3 2 3 x 2 1

g)Çarpma işleminin toplama işlemi üzerine dağılma özelliği:
Rasyonel sayılar kümesinde , çarpma işleminin toplama işlemi üzerine dağılma özelliği vardır.

ÖR: +1 +2 +1 +1 +3 +3
2 4 4 2 4 8

+1 +2 +1 +1 +2 +1 +1
2 4 4 2 4 2 4

+2 1 +3
8 8 8

h)Çarpma işleminin çıkarma işlemi üzerine dağılma özelliği:
Rasyonel sayılar kümesinde , çarpma işleminin çıkarma işlemi üzerine dağılma özelliği vardır.
ÖR: 1 2 1 1 1 1
2 4 4 2 4 8

1 2 1 1 2 1 1
2 4 4 2 4 2 4

2 1
8 8

1
8



-9-
7-RASYONEL SAYILARDA BÖLME İŞLEMİ
İki rasyonel sayının bölme işlemi yapılırken, bölünene rasyonel sayı , bölen rasyonel sayının çarpma işlemine göre tersi ile çarpılır.Elde edilen çarpım bölümü verir.
NOT:Aynı işaretli iki rasyonel sayının bölümü pozitif;ters işaretli ki rasyonel sayının bölümü ise negatif bir rasyonel sayıdır.

Yani: + x + = +
- x - = +
- x + = -
+ x - = -


ÖR: -3 +2 -3 +4 -3
4 4 4 2 2



+1 tam sayısının , bir rasyonel sayıya bölünmesinden elde edilen bölüm,bölen rasyonel sayının çarpma işlemine göre tersine eşittir.

ÖR: -2 1 -7 -7
7 1 2 2




(-1)tam sayısının, bir rasyonel sayıya bölünmesinden elde edilen bölüm bölen rasyonel sayının çarpma işlemine göre tersinin ters işaretlisine eşittir.

ÖR: 12 +17 17
17 12 12






-10-
Bir rasyonel sayının , +1 tamsayısına bölünmesinden elde edilen bölüm , rasyonel sayının kendisine eşittir.


Bir rasyonel sayının,(-1) tamsayısına bölünmesinden elde edilen
bölüm , bölünen rasyonel sayının toplama işlemine göre tersine eşittir.

ÖR: -2 -2 1 -2 1 -2
7 7 1 7 1 7

ÖR: -2 -2 -1 -2 -1 2
7 7 1 7 1 7


NOT:Sıfır sayısının , sıfırdan farklı olan her rasyonel sayıya bölümü ”0” dır.


Bir rasyonel sayının sıfıra bölümü taımsızdır.
Rasyonel sayılar kümesinde bölme işleminde , doğal sayılar ve tam sayılar kümesindeki bölme işleminde olduğu gibi; ”bölünen = bölen x bölüm” ilişkisi vardır.

NOT:Rasyonel sayılar kümesi , bölme işlemine göre kapalıdır.

NOT:Rasyonel sayılar kümesinde , bölme işleminin değişme özelliği yoktur.

NOT:Rasyonel sayılar kümesinde , bölme işleminin birleşme özelliği yoktur.

Etiketler: , , , ,

hipnoz nasil yapilir


HIPNOZ NASIL YAPILIR
Her şey den önce bir uyarıyla başlayalım. Bu bölümde anlattıklarımız her okuyanın Hipnoz denemesinde bulunması için yazılmış şeyler değildir. Yalnızca bilgilendirme amacı gütmektedir. O yüzden lütfen burada yazılanları uygularsam bende Hipnoz yaparım gibi bir denemeye kalkışırken dikkatli olunuz.

TEKNIK : Tüm Hipnozitörler ufak defek farklılıklar ile de olsa temel olarak şu teknikleri uygularlar.
A) Animal magnetizm dönemlerinde trans husule getirmek için, manyetik akısın parmaklarla, manyetik çubuklarla noktaya doğrultulması
B) PAS denilen belirli noktalara yapılan el, parmak uygulaması
C) Gözle tespit, sözle telkin yaparak hastanın glabella noktasına bakıp telkinlerde bulunarak transın eldesi
D) Parlak bir cisme baktırarak transın eldesi
F) Multivizyon tekniği ile (daha çok grup terapi ve toplu seanslarda) hipnoz uygulanması
G) Sedatif ve hipnotik ilaçlarla şahsi transin oluşumuna hazırlama
H) Dikkatin tespiti ve VERBAL SÜJESTION

ASAMALAR : Yukarıda yazılı teknikler belli bir sıra içerisinde uygulanılır. Hipnozun derinlik derecesine göre yeni asama ve uygulamalar planlanılır.
A) Hastanın hazırlanması
B) Süjestibilite testleri (telkin edilebilirlik)
C) Transın meydana getirilmesi
D) Transın derinleştirilmesi
E) Gerekli fenomenlerin eldesi (anestezi, aneljezi, katalepsi, amnezi, ekmnezi vb)
F) Operasyonun uygulanması veya gerekli telkinlerin verilmesi
G) Meydana getirilmiş (anestszileer, felçler gibi) fenomenlerin ortadan kaldırılması
H) Post hipnotik telkinlerin verilmesi
I) Süjenin dehipnotizasyonu
J) Uyanmanın tam olup olmadığının kontrolü
K) Kişinin salıverilmesi

Hipnoz yukarıda anlattığımız gibi oluşur, gelişir ve şekillenir.
NERELERDE KULLANILIR
Her şey den önce bir uyarıyla başlayalım. Bu bölümde anlattıklarımız her okuyanın Hipnoz denemesinde bulunması için yazılmış şeyler değildir. Yalnızca bilgilendirme amacı gütmektedir. O yüzden lütfen burada yazılanları uygularsam bende Hipnoz yaparım gibi bir denemeye kalkışırken dikkatli olunuz.
TEKNIK : Tüm Hipnozitörler ufak defek farklılıklar ile de olsa temel olarak şu teknikleri uygularlar.
A) Animal magnetizm dönemlerinde trans husule getirmek için, manyetik akısın parmaklarla, manyetik çubuklarla noktaya doğrultulması
B) PAS denilen belirli noktalara yapılan el, parmak uygulaması
C) Gözle tespit, sözle telkin yaparak hastanın glabella noktasına bakıp telkinlerde bulunarak transın eldesi
D) Parlak bir cisme baktırarak transın eldesi
F) Multivizyon tekniği ile (daha çok grup terapi ve toplu seanslarda) hipnoz uygulanması
G) Sedatif ve hipnotik ilaçlarla şahsi transin oluşumuna hazırlama
H) Dikkatin tespiti ve VERBAL SÜJESTION

ASAMALAR : Yukarıda yazılı teknikler belli bir sıra içerisinde uygulanılır. Hipnozun derinlik derecesine göre yeni asama ve uygulamalar planlanılır.
A) Hastanın hazırlanması
B) Süjestibilite testleri (telkin edilebilirlik)
C) Transın meydana getirilmesi
D) Transın derinleştirilmesi
E) Gerekli fenomenlerin eldesi (anestezi, aneljezi, katalepsi, amnezi, ekmnezi vb)
F) Operasyonun uygulanması veya gerekli telkinlerin verilmesi
G) Meydana getirilmiş (anestszileer, felçler gibi) fenomenlerin ortadan kaldırılması
H) Post hipnotik telkinlerin verilmesi
I) Süjenin dehipnotizasyonu
J) Uyanmanın tam olup olmadığının kontrolü
K) Kişinin salıverilmesi

Etiketler: , , , ,

Reşat Nuri Güntekin

25 Kasım 1889’da İstanbul’da doğdu. 7 Aralık 1956’da Londra’da öldü. İlk öğrenimini Çanakkale'de Mekteb-i İptidai'de yaptı. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) ve İzmir'de bir Fransız okulunda öğrenim gördü. Sınavla girdiği Darülfünun-ı Osmani Ulum-ı Edebiyat Fakültesi’ni 1912'de bitirdi. Fransızca öğretmeni olarak Bursa Sultanisi'ne atandı. 1916-1919'da İstanbul'da Vefa ve Erenköy liselerinde müdürlük yaptı. 1931'de Milli Eğitim müfettişi oldu, bütün Anadolu'yu dolaştı. 1939-1943 arasında Çanakkale milletvekiliydi. 1947'de Milli Eğitim Başmüfettişliği'ne getirildi. 1950'de Paris'te Kültür Ateşesi ve UNESCO'da Türkiye temsilcisi oldu. 1954'te emekliye ayrıldı. Bir süre İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Kurul üyeliği yaptı. Kanser tedavisi için gittiği Londra'da yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbul’a getirildi, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında başladı. İlk eseri "Eski Ahbap" isimli uzun öykü, 1917’de "Diken" dergisinde yayınlandı. 1819-1919'da Zaman gazetesinde "Temaşa Haftaları" başlığıyla tiyatro eleştirileri yazdı. Bu dönemde Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci, Diken dergileri ile Dersaadet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan öykü, roman ve oyunlarında kendi adının yanısıra "Hayrettin Rüştü, Mehmet Ferit, Cemil Nimet" gibi takma isimler kullandı. Mizah ve magazin yazılarını da "Ateşböceği, Ağustosböceği, Yıldızböceği" gibi isimlerle yayınladı.

1922'de Vakit Gazetesi’nde tefrika edilen ve aynı yıl katip olarak basılan "Çalıkuşu" romanıyla ünlendi. Bu romanı önce "İstanbul Kızı" adıyla oyun olarak yazmıştı. O dönem koşullarında sahneye konulması olanağı çıkmayınca romana dönüştürdü. Türk edebiyatında gerçekçi romana yönelimin ilk örneklerinden olan Çalıkuşu, dili, anlatımdaki rahatlığı, duygusal yanlarıyla uzun yıllar güncelliğini koruyan bir eser oldu. Sinema ve televizyona da uyarlandı. Romanda, iyi bir eğitim görmüş ve bir aşk nedeniyle hüsran yaşamış İstanbullu genç öğretmen kadın Feride'nin tanıklığıyla Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı'ndaki hali yansıtılır. Farklı yaşam biçimleri, farklı anlayışlar, farklı gelenek ve görenekler, toplumsal çatışmalar Feride'nin gündelik yaşamı ve duygu dünyasıyla iç içe verilir. 1927'den sonraki romanlarında da üslubunun temel yapısını değiştirmeden toplumsal sorunlara eğildi. Romanlarında sayısız insan tipi yarattı. Çoğunlukla erkek olan kahramanlarını, dış görünümlerinden çok psikolojik özellikleriyle yansıttı. Mizaha daha geniş yer verdiği öykülerinde de aşk, yalnızlık, fedakarlık, dostluk, ihanet gibi temalar kullandı. Anadolu gezileri sırasındaki gözlemlerini "Anadolu Notları" adıyla kitaplaştırdı. Öğrenciler için kitaplar yazdı, çeviriler yaptı.

ESERLERİ

ROMAN:
Çalıkuşu (1922)
Gizli El (1924)
Damga (1924)
Dudaktan Kalbe (1925)
Akşam Güneşi (1926)
Bir Kadın Düşmanı (1927)
Yeşil Gece (1928)
Acımak (1928)
Yaprak Dökümü (1930)
Kızılcık Dalları (1932)
Gökyüzü (1935)
Eski Hastalık (1938)
Ateş Gecesi (1942)
Değirmen (1944)
Miskinler Tekkesi (1946)
Harabelerin Çiçeği (1953)
Kavak Yelleri (ölümünden sonra 1961)
Son Sığınak (ölümünden sonra 1961)
Kan Davası (ölümünden sonra 1962)

ÖYKÜ:
Gençlik ve Güzellik (1919)
Roçild Bey (1919)
Eski Ahbap (1919)
Tanrı Misafiri (1927)
Sönmüş Yıldızlar (1928)
Leyla ile Mecnun (1928)
Olağan İşler (1930)

OYUNLAR:
Hançer (1920)
Eski Rüya (1922)
Ümidin Güneşi (1924)
Gazeteci Düşmanı-Şemsiye Hırsızı-İhtiyar Serseri (Üç oyun birarada, 1925)
Taş Parçası (1926)
Hülleci (1926)
Bir Köy Hocası (1928)
Babür Şah'ın Seccadesi (1931)
Bir Kır Eğlencesi (1931)
Ümit Mektebinde (1931)
Felaket Karşısında-Gözdağı-Eski Borç (Üç oyun birarada, 1931)
İstiklal (1933)
Vergi Hırsızı (1933)
Bir Yağmur Gecesi (1943)
Balıkesir Muhasebecisi (1953)
Tanrıdağı Ziyafeti (1955)
Yaprak Dökümü (ölümünden sonra 1971)
Eski Şarkı (ölümünden sonra 1971)

GEZİ:
Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)

EĞİTİM:
Dil ve Edebiyat: Türk Kıraati (1930)
Fransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu (1935)

Etiketler: , , ,

Termometre

Termometre sıcalığı ölçmede kullanılır. En çok bilinen termometreler, alt tarafı hazne gibi olan ve cam bir tüpten meydana gelenlerdir.Termometreler 2 farklı ölçü birimi ile ölçeklendirilmiş olabilir. Biri bizim kullandığımız santigrat cinsinden, öbürü ise fahrenayt cinsinden ölçeklendirilmiş olanlar. Amerika'da ve İngiltere'de fahrenayt birimi kullanılır. Fahrenaytı santigrat cinsine çevirmek için belli bir formülümüz vardır.

Yukarıdaki formülü uygulayarak fahrenaytı santigrata çevirebiliriz. Barometrelerde olduğu gibi günümüzde de termometreler çok gelişmiştir, dijital hale gelmişlerdir , hatta kol saatlerine girmişlerdir. Hava durumunu anlamaya çalışan denizciler için barometre ve termometre hareketleri takip edilmelidir. Genelde bu iki aletin birlikte çalışmasına bakılarak havanın nasıl olacağı tahmin edilir. Dolayısıyla termometre de denizciler için gerekli bir alettir.

Etiketler: , , , ,

Atatürk ve spor

ATATÜRK VE SPOR

ATATÜRK'ÜN SPOR POLİTİKASI

Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük spor gazetesi olan ve Fransa'da yayınlanan "L'Auto", yayınladığı geniş bir makalede Atatürk'ün spora verdiği büyük önemi uzun uzun överken şu satırlara da yer verdi:
"Dünyada ilk defa beden eğitimini mecburi kılan devlet adamı o oldu. Yalnız kağıt üzerinde ve nutuklarda değil, bunu bilfiil yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri tesis ettirdi. Halkevlerinin spor kollarını bizzat mürakabe etti ve milletin mukadderatına hakim olduğu günden itibaren Türkiye'de spor, gittikçe artan bir önem ve değer kazandı..."
Atatürk gerçekten, dünyada beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan ilk devlet adamıydı. Hiç kuşkusuz, onun "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü de, oluşturduğu genç Türkiye devletinin geleceği için düşündüğü ana esaslardan biriydi. Nitekim daha Cumhuriyetin ilanından önceki günlerde hazırlanan hükümet programlarında da bunu bulmak ve görmek mümkündür.

18 Ağustos 1923 tarihli hükümet programında bu konuda şu satırların yeraldığı dikkati çeker:
"...Maarifin terbiyevi vazifelerinden birincisi, çocukların terbiye ve talimi, ikincisi terbiye ve talibi, üçüncüsü milli güzidelerin yetiştirilmesi için lazım gelen vasıtaların izhar ve teminidir. çocukların terbiye ve talimi bittabil mektepler vasıtasıyla temin edilecek ve mekteplerin asri tekemmulata mazhar olabilmeleri için muallimlerin daha iyi yetiştirilmesine ve tatil zamanında açılacak derslerle tevsi-i malımat etmelerine, binaların islahına, alat-ı dersiyenin ikmaline çalışılacaktır.


Halkın talim ve terbiyesi için gece dersleri ve çırak mektepleri tahsis olunacak, halk lisanı ile halkın ihtiyacına muvafık milli güzidelerin yetiştirilmesi için istidat ve kabiliyeti tebarüz eden ve ailesinin kudret-i maliyesi müsaid olmayan gençler orta ve yüksek mekteplerde suret-i mahsusada himaye ve muavenete mazhar olacakları gibi ihtisas peyda etmeleri için Avrupa'daki irfan mekteplerine gönderileceklerdir. Muhtelif şuabat-ı ilmiye ferdin bedeni ve fikri kabiliyetleri gibi ahlaki ve içtimati kabiliyetleri de inkişaf ettirilecektir. Bu maksada vusul için bir Terbiye-i Bedeniyye Darülmualilmini açılacak, izcilik teşkilatına ehemmiyet-i mahsusa verilecek, programlar ile mektepler teşkilatı tedricen içtimai esasata tevcih olunacaktır..."

Nitekim, hükümet programında bahsi geçen "Terbiye-i Bedeniyye Darülmualilmini" çok geçmeden kurulup "Gazi Terbiye Enstitüsü" adı altında Ankara'da hizmete girmişti.
"Atatürk, Türk sporunun ilk öğreticilerinin yetiştirilmesi konusunda da acele göstermişti. Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önde Çapa Muallim Mektebi'nde bir kurs açılmış ve bunun başına da Avrupa'da beden eğitimi öğrenimi yapmış bulunan Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmişti. Bu arada bayan beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç'ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş, bunlar da Çapa Muallim Mektebi'ndeki özel kurslarda görev alarak kız öğrencileri yetiştirmişlerdi.
Atatürk bu konunun üzerinde büyük bir titizlikle durduğundan bunu da yeterli görmedi. Öğretmen adayları arasında dokuz aylık kursta başarı gösterenler ihtisasta bulunmak üzere Avrupa'ya gönderildiler. Atatürk bu kurslara subayların da katılmalarını özellikle arzulamıştı. Bu nedenle kursa katılıp başarı sağlayan subaylar da askeri okullarda modern beden eğitiminin ilk tatbikatçıları olabilmeleri için Avrupa'ya ihtisas eğitimine yollanmışlardı.

8 Ocak 1925 tarihli "Vatan" gazetesinin birinci sayfasında yayınlanan bir haber fotoğraf bu konuda değerli bir kanıttır. "Avrupa'ya Tahsile Gidecek Gençlerimiz" başlığı altında yayınlanan bu haberin sadeleştirilmiş hali şöyledir:

"Maarif Vekaleti tarafından muallimlik tahsil edilmek üzere birkaç gencin Avrupa'ya gönderilmesinin kararlaştırıldığını yazmıştık. Yapılan müsabaka imtihanında muvaffak olan gençlere dün yollukları verilmiştir. Bunlar üç güne kadar Avrupa'nın muhtelif şehirlerine gideceklerdir. Bu gençlerden Vildan Aşir ve Suad Hayri Beyler BedenEğitimi tahsili için Belçika'nın Gand şehrine; Ulvi Cemal ve Cezmi Rıfkı Beyler Musiki tahsili için Paris'e, Sadi Bey Ulum-u Tabiiye Tabii Bilimler tahsili için Berlin'e, Muhiddin Sebati ve Refik Bey'ler de Resim tahsili için Paris'e gideceklerdir."
Bu gençlerden Sadi Irmak ve Suad Hayri Ürgüplü daha sonra tarafsız Başbakan olarak devlet hizmetinde bulunan kişiler olacaklardı; Vildan Aşir Savaşır da uzun yıllar Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü yapacaktı... Ankara'da kurulan "Gazi Terbiye Enstitüsü"nün beden eğitimi bölümü için Almanya'dan Kurt Dainas adına bir uzman öğretmen getirilmişti. Kurt enstitünün Beden Eğitimi bölümünü faaliyete geçirdi. Bu sırada ihtisas için Avrupa'ya gönderilmiş bulunan asker ve sivil beden eğitimi öğretmenleri de yurda döndüklerinden genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Beden Eğitimi öğretim kadrosu oluşmuş oldu.

Türk sporunun temelini oluşturacak bu beden eğitimi ve spor uzmanları konusunun bu yolla halline çalışırken Türk sporu da ciddi olarak ele alınmıştı. "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı", Türk sporunun ilk resmi örgütü olarak faaliyete geçmiş durumdaydı. Bu örgütün durumu Bakanlar Kurulu'nun 16 Ocak 1924 tarihli toplantısında ele alındı. Ali Sami Bey (Yen) tarafından örgüt adına verilen dilekçe üzerinde görüşmelerde bulunan Atatürk başkanlığındaki Bakanlar Kurulu, 170 sayılı kararıyla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nı "Türk gençliğinin terakki ve tealisine hadim ve kayd-ı menfaatten tamamen azade olduğu ve her memlekette İdman Cemiyetleri'nin bu surette telakki edilerek her türlü himayeye mazhar bulundukları cihetle" kaydı ile "menafii umumiyeye hadim cemiyet (kamu yararı dernek)" kabul edilmişti. Bu kararla Türkiye'de devlet ilk kez spora ve sporcuya yardım eli uzatmış oluyordu.
Böylece Başvekil İsmet Paşa'nın kısa bir süre önce Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey'e: "Hükümete güvenin, bütçeye spor için tahsisat konulacaktır" şeklinde verdiği sözün ilk bölümü de yerine getirilmiş oluyordu.

Türk sporunun iki büyük örgütünün "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı" ile "Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi"nin başında bulunan iki değerli spor adamı İttifak Başkanı Ali Sami (Yen) ile Komite Genel Sekreteri ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin Türkiye Temsilcisi Selim Sırrı (Tarcan) biraraya gelip Türkiye'nin 1924 Paris Olimpiyat Oyunları'na katılmasının gerektiğine karar verdikleri zaman Türkiye Cumhuriyeti henüz ilk aylarını yaşıyordu. Avrupa'nın en güçlü devletlerine karşı yaptığı savaştan yeni çıkmış muzaffer Türkiye'nin spor dünyasının bu en büyük gösterisine katılmasında yalnız sportif açıdan değil, politik bakımından da büyük yarar olacağı muhakkaktı.

Ancak ne İttifak, ne de Komite böylesine bir masrafı karşılayabilecek parasal güce asla ve asla sahip değillerdi. İkisi biraraya gelseler bile bu masrafın altından kalkabilmelerine imkan yoktu. Bu konuda hükümetten yardım istenmesini uygun gördüler. Genç Türkiye Cumhuriyeti de parasal yönden ciddi bir sıkıntı içindeydi. Böyle olmasına rağmen Atatürk'ün emir ve direktifleriyle Türk sporu için bu yardım yapıldı. Yine aynı tarihi (16 Ocak 1924) taşıyan Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile, 1924 Olimpiyat Oyunları hazırlıkları için ve "şimdilik" kaydıyla 17 bin lira Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Merkez-i Umumisi emrine verildi. Bu kararnamenin altında Bakanlar Kurulu üyeleriyle birlikte Cumhurbaşkanı olarak da Gazi Mustafa Kemal'in imzası bulunuyordu.

Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti, 1924 Paris Olimpiyat Oyunları ile en büyük spor organizasyonunda ilk kez temsil edilmiş oldu. Türk sporcuları atletizm, bisiklet, eskrim, futbol, güreş ve halter dallarında dünyanın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından görüp tanımak imkan ve fırsatını buldular.

ATATÜRK VE YARIŞLARI

Türk sporunda Atatürk'ün adına düzenlenen yarışmalar ve futbol maçları ayrı bir anlam , önem ve değer taşır. Bunların arasında en eskisi, 1927 yılından beri yapıla gelmekte olan "Gazi Koşusu" at yarışıdır: Ve "Gazi Koşusu" bugün de Türk at yarışı dünyasının en büyük ve en önemli yarışı niteliğini korumaktadır.
Büyük Atatürk'ün Ankara'ya ilk gelişinin yıldönümüne rastlayan 27 Aralık günleri Ankara'da yapılmakta olan "Atatürk Koşusu" yarışması da en eski organizasyonlardan biridir.

Her iki yarışmanın Atatürk zamanından beri yapılmakta olması da bunlara ayrı bir önem ve tarihi bir değer katar. Yarışçılık dünyamızdaki "Gazi Koşusu" ile Türk atletizmindeki "Atatürk Koşusu" Büyük Atatürk'ün izniyle yapılmaya başlandı ve onun ölümünden sonra da hiç aksamadan sürdürüldü. Bunların dışında uzun bir aradan sonra futbolda son iki yıldır "Atatürk Kupası" düzenlenmeye başlandı. Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım'larda oynanan ilk turnuvada Fenerbahahçe, Beşiktaş'ı 2-0 mağlup ederek kupanın sahibi olurken, son turnuvada Beşiktaş, Galatasaray'ı 2-1 yenerek kupayı müzesine götürdü.

Atatürk Koşusu

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktıktan sonra Anadolu içlerine doğru yolunadevam ederek "Milli Mücadele" için çalışmaya başladı. Atatürk, Sivas üzerinden Ankara'ya geldiği zaman, takvimler 27 Aralık 1919'u gösteriyordu . Mustafa Kemal, o gün saat tam 15.05'de Dikmen sırtlarındaki Kekliktepe mevkiinden, aşağıda uzanıp giden, tipik bir bozkır kasabası olan Ankara'yı ilk kez görmüştü. Mustafa Kemal, bu bozkır kasabasını, başlattığı "Milli Mücadele" nin merkezi olarak seçmişti . Vatanın kurtuluşuna gidecek yol buradan çıkacaktı...


İstanbul'dan ve yurdun dört bir yanından gelen millet temsilcileri burada Mustafa Kemal'in etrafında toplandılar. Mustafa Kemal burada Büyük Millet Meclisi'ni kurdu. Milli Mücadele bu fakir bozkır kasabasından yönetildi. Sakarya'larda , İnönü'lerde ve düşmana son darbeyi indiren Büyük Taarruz'da Ankara, hep çarpan kalp ve düşünen beyin oldu....
Büyük kurtarıcının Ankara'ya ilk gelişi de anılarda ve gönüllerde apayrı bir anlam ve değer taşır. Bu yüzden Türk Spor Kurumu, Atatürk'ün Ankara'ya ilk gelişinin 17. yıldönümüne rastlayan 27 Aralık 1936 günü, bu tarihi olayı canlandıracak bir "Atatürk Koşusu" düzenlemişti. Bu koşu içinde Atatürk'ten özel olarak izin alınmıştı. Yarışma, O'nun Ankara'yı ilk gördüğü yer olan Dikmen sırtlarındaki Keklikpınarı mevkii ile Ulus Meydanı'ndaki Vilayet Konağı arasında olacaktı. Bu mesafe 10.800 metreydi.

27 Aralık 1936 günü yapılan ilk "Atatürk Koşusu" nu Ankara Demirspor kulübü atletlerinden Galip Darılmaz, 41 dk. 08 sn'lik derecesiyle kazandı. Bu ilk koşu, o gün başlayan bir geleneğin başlangıcı oldu . O günden sonra 27 Aralık günleri Ankara'da yapılan "Atatürk Koşusu" Türk atletizminde ve Türk sporunda güzel bir gelenek halini aldı. O tarihten beri Atatürk'ün ankara'ya gelişinin her yıldönümünde törenlerin yanısıra Atatürk Koşusu da yapılmaktadır.


1936-1938 yılları arasında bu kupayı kazananların listesi ise şöyle:
1936 : Galip Darılmaz (Demirspor) 41.08
1937 : Şevki Koru (Ankaragücü) 38.12
1938 : Mustafa Kaplan (Demirspor) 36.49

Gazi Koşusu

Atatürk adına bir de Gazi Koşusu düzenlenmektedir. Atatürk'ün Hipodruma gelerek at yarışlarını izlemesi ülkemizde yarışçılığın gelişmesine büyük katkılar sağladı. Ünlü İtalyan mimarı Viotti Violli tarafından yapılan modern "Ankara Hipodromu" da Atatürk'ün emir ve direktifleriyle inşa edilmişti.
Türkiye'de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan "Yarış Islah Encümeni" de Atatürk'ün büyük desteğini görmüştü. Bu encümenin ricası üzerine adına bir "Gazi Koşusu" nun yapılmasına severek izin verdi (1926). Böylece Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasik koşusu halini almış bulunan "Gazi Koşusu" 1927 yılından bu yana Türk yarışçılığına renk katmaya başladı.


İngiltere yarışçılık aleminde "Derby" ne ise, bugün Türk Yarışçılığında da "Gazi Koşusu" odur. "Gazi Koşusu" bugün Türk yarışçılığının en büyük ve en önemli klasiğidir. 1927 yılından bu yana aralıksız gerçekleştirilmektedir. Yarış dünyamızın en büyük klasiği olan Gazi Koşusu'nun armağanı, Atatürk'ün at üzerindeki gümüş heykelidir. Ünlü heykeltraş Şadi Çalık'ın eseri olan bu heykel 1970 yılından beri "Gazi Koşusu" galiplerine verilmektedir.

Atatürk son olarak 18 Ekim 1936 günü Ankara'da at yarışlarını izledi. Beraberinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhak Renda, Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu, Maarif Vekili Saffet Arıkan, Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp ve Prof. Afet İnanoğlu olduğu halde modern Ankara Hipodrumu'na gelen Büyük Atatürk , şeref tribününden Sonbahar Yarışları'nın üçüncü hafta koşularını ilgiyle takip etmişti.

Modern Ankara Hipodrumu'nu dolduran büyük halk kalabalığı gelişlerinde olduğu gibi gidişlerindede Ata'ya karşı içten kopup gelen büyük sevgi gösterilerinde bulunmuştu.

1927 - 1938 yılları arasında bu kupayı kazananların listesi şöyle:
1927 : Ali Muhiddin Hacıbekir'in "Neriman"ı jokeyi : İhsan Atçı
1928 : Atıf Esenbel'in "Primerol"u jokeyi : Yula
1929 : Celal Bayar'ın "Cap Griz Nez"i jokeyi : Clark
1930 : İsmet İnönü'nün "Olga" sı jokeyi : N. Horwath
1931 : Mr. Yantes'in "Young Turc"u jokeyi : Schenelly
1932 : Akif Akson'un "Lale"si jokeyi: N. Horwath
1933 : Karacabey Harasi'nin "Özdemir"i jokeyi : Yunus
1934 : Salih Temel'in "Ece"si jokeyi : Paul
1935 : Ahmet Atman'ın "Tomru"su jokeyi : N. Horwath
1936 : Memduh Alan'ın "Slem"i jokeyi : Paul
1937 : Salih Temel'in "Taşpınar"ı jokeyi : Davut Aktı
1938 : Said Halimin "Romance" jokeyi : N. Horwath

Futbol Maçları

Türk Futbolunda Büyük Atatürk'ün adına düzenlenen 1 büst ve 2 kupaya rastlanır. Bunlardan ilki 1928, ikincisi 1955, üçüncüsü ise 1964 yıllarındadır. Çeşitli tarihlere rastlayan bu üç büyük ve anlamlı kupanın ortak bir yanı vardır. O da her üçününde Türk Futbolunun iki ezeli rakibi Fenerbahçe ile Galatasaray'ın var oluşlarıdır.


Atatürk Büstü
1928 yılında, Büyük Atatürk tarafından 1925 yılında kurulmuş bulunan "Tayyare Cemiyeti" (bugünkü Türk Hava Kurumu) Atatürk'ün izniyle Fenerbahçe ile Galatasaray takımları arasında bir "Gazi Büstü" maçı tertiplemişti. Hasılatı "Tayyare Cemiyeti"ne ait olacak bu maçın galibine verilmek üzere ortaya bir de "Gazi Büstü" konulmuştu.
10 Mayıs 1928 günü Taksim Stadında yapılan ve Beşiktaş'lı Şeref Bey'in yönettiği maçta taraflar zorlu bir mücadeleden sonra 3-3 berabere kaldılar. Daha sonra yapılan maçı Galatasaray takımı kazandı. Bugün Galatasaray'ın binbir şan ve şerefle dolu müzesinin en değerli zafer anıllarından biri olarak yer almaktadır.

İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt'taki merkez binasının bahçesine dikilecek Atatürk Anıtı'na bir katkıda bulunmak üzere Milli Türk Talebe Birliği'nin de önayak oluşuyla İstanbul'un en güçlü beş takımı; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Adalet, ve Vefa arasında bir turnuva düzenlenmişti. Hasılatı bu anıtın hazırlanmasına bırakılan bu turnuvanın armağanı olarak da anıtın dev bir maketi ortaya konulmuştu.
1955 yılı Mayıs ayında yapılan "Atatürk Kupası" maçları olağanüstü bir ilgi uyandırdı. 7,8,14,15,18, ve 19 Mayıs günleri İnönü Stadın'nı tamamen dolduran büyük seyirci kalabalığı önünde yapılan maçlarda şu sonuçlar alındı:


Adalet - Vefa 4-1
Beşiktaş - Galatasaray 1-0
Fenerbahçe - Vefa 3-2
Adalet - Beşiktaş 2-0
Fenerbahçe - Adalet 1-0
Galatasaray - Vefa 2-2
Galatasaray - Fenerbahçe 3-2
Beşiktaş - Vefa 5-2
Adalet - Galatasaray 3-1
Fenerbahçe - Beşiktaş 4-4
Bu maçlar sonunda Adalet takımı birinci , Fenerbahçe ikinci oldular...
Adalet takımı tarihe karışmış bulunmaktadır. Bu anlamlı anıt maketi ise Adalet Fabrikasının şeref köşesinde yer almaktadır.

Atatürk Kupası

Futbolda Büyük Atatürk'ün adına üçüncü kupa 1964 yılında düzenlendi. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, Türkiye Ligi şampiyonu ile Türkiye Kupası sahibinin oynayacakları maçın galibine verilmek üzere bir "Atatürk Kupası" ortaya konuldu. Bu anlamlı kupa , beş yıl içinde en fazla kazanan takımın olacaktı.


1963-1964 sezonunun Türkiye Ligi şampiyonu Fenerbahçe ile Türkiye kupası galibi Galatasaray, 2 Temmuz 1964 gecesi İstanbul İnönü Stadı'nda karşı karşıya geldiler.
29.933 seyircinin izlediği bu önemli ve anlamlı maçı Romen hakem Mihailescu yönetti . Galatasaray ilk yarıyı Metin Oktay'ın attığı golle 1-0 önde kapadı. ikinci yarıda çok güzel ve üstün bir oyun çıkaran Fenerbahçe , ikisi Ogün'ün ve biri Şeref 'in golleriyle ezeli rakibini 3-1 yenerek "Atatürk Kupası" nı kazandı.

Maçın en ilginç yanlarından biri, Fenerbahçe'ye "Atatürk Kupası"nı kazandıran gollerden ikisini Atatürk'ün hayata gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938 günü dünyaya gelen Ogün Altıparmak'ın atmış olmasıydı. Fenerbahçe ve Türk Milli Futbol Takımının bu gözde oyuncusunu, Büyük Atatürk'ün öldüğü gün doğduğu için babası, o günün anısına hürmeten Ogün adını vermişti.

Fenerbahçeli Ogün Altıparmak maçtan sonra gazetecilere: " - Hayatımı yaşadım bu gece!" demekle duyduğu tarifsiz mutlulğu dile getirmişti.

Ulu Gazi Güreşleri

Öte yandan 19 Eylül 1933 Çarşamba akşamı İstanbul'da Maksim Salonu'nda İtalyanlarla yapılan güreş müsabakası Büyük Gazi'nin huzurunda gerçekleşti. Güreşçiler, Atatürk'ün önünde mücadele etmeyi büyük bir mutluluk olarak kabul etmiş ve en tarihi günlerini yaşamışlardır. Şimdiye kadar hiçbir spor şubesinin ulaşamadığı bu büyük zafere güreşçiler erişmiştir. Müsabaka sonunda Türk güreşçiler Atatürk'ün yanına giderek şöyle konuştular: "Sporumuzun erdiği şerefli günü hersene kutlamak amacıyla 19 Eylül günleri bütün güreş bölgelerinde ULU GAZİ GÜREŞLERİ adı altında müsabakalar yapmak istiyoruz. Bu bayramm büyük kongremizce kabul ve tasdik edilmesini teklif ve rica ediyoruz"
Güreş Federasyonu'nun bu teklifi Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın VII. Genel Kongresi tarafından kabul ve tasdik edilmiş olmasına rağmen "Ulu Gazi Güreşleri" gerçekleşememiştir.

SPOR VE KADIN

Atatürk’ün Türk sporuna kazandırdığı en önemli unsurlardan biri de, bayan sporculardır. Türk kadını, Atatürk’ün devrimleri ve kesin direktifleriyle Türk sporunun içineki yerini aldı. Sporcuların kızları, kız kardeşleri ve hatta eşleriyle başlayan bu girişimler, kısa zamanda geniş kitlelere yayıldı. Bunda da, Atatürk’ün emir ve direktiflerinin büyük katkısı olmuştur.

Atletizm ve tenisle, spor alanlarında görülmeye başlayan Türk kızları, daha sonra kürek, eskrim ve yüzme dallarında da kendilerini göstermeye başladılar.

Türk kadını 1926 yılında Ömer Rasim Koşalay’ın girişimleri ve çalışmalarıyla ilk kez atletizm pistlerinde göründü, ki Dünya kadınlarının, Olimpiyat Oyunlarında, ilk kez 1928 yılında piste çıkmaları göz önüne alınacak olursa bu, Türk sporu nam ve hesabına sevindirici bir olaydır

ATATÜRK'ÜN EMRİYLE KURULAN SPOR KULÜBÜ

Türk spor tarihinde Atatürk’ün emriyle “Muhafızgücü” adında bir de spor kulübü kurulmuştur.

18 Temmuz 1920 günü, Atatürk’ün emriyle kurulan Muhafız Takımı ve bu birliğin başına getirilen, Mülazım İsmail Hakkı Bey’in spora olan büyük merakı, Atatürk’ün de bu konudaki olumlu görüşleriyle birleşince, Muhafız Alayı adını alan birlik, 1 Haziran 1923 günü Muhafız gücü adını almıştır.

Muhafız gücü, Atatürk zamanında, spor alanlarındaki büyük başarılarıyla dikkati çekmeye başlamış, futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo gibi spor dallarında büyük başarılar göstermiş, pek çok şampiyonluklar kazanmıştır. Ayrıca bünyesinde birçok ünlü asker sporcu da yetiştirmiştir. Milli takımlarımıza kadar yükselen bu sporcular arasında, askerlik alanında da en yüksek rütbelere erişmiş bulunanlar mevcuttur. Atatürk döneminde Muhafız gücü takımlarının genç sporcuları arasında, bugünün nice emekli generalleri mevcuttur.

Etiketler: , , ,

Mesnevi nedir?

Mesnevi, Mevlana'nın deyimiyle Kuran'ın tefsiridir. Allah'ın emirlerinin korkutularak değil sevdirilerek anlatıldığı Mesnevi'deki hikaye ve örnekleme uslubu Kuran-ı Kerim'de de var. Farsça yazılan ve 26 bin beyitten oluşan Mesnevi'de anlatılan olaylar, eserin yazıldığı devrin koşulları bilinmeden anlaşılamaz. Mesnevi olaydan olaya öyküden öyküye geçerek, bu olay ve öyküleri tasavvufi ya da ahlaki bir ilkeye bağlıyor. Özellikle varlık birliği inancını kapsayan Mesnevi planlanmış, düşünülmüş, kurgulanmış bir eser değil. Mevlana Mesnevi'nin ilk 18
beytini kendi yazdı. Sonrakileri kendi söyledi, Hüsameddin Çelebi yazdı. Sabahları erken kalkıp Meram'da uzun yürüyüşlere çıkarlardı. Mevlana, semadayken, ayaktayken otururken, yürürken, bazen akşamdan başlayarak gün ağarıncaya kadar Mesnevi'yi söylemeye devam ederdi.

Etiketler: , , ,

Atomun Tarihçesi

ATOMUN TARİHÇESİ

Antikitede ve Ortaçağda Madde Anlamı ve Atom teorisi

İnsanoğlu en eski çağlardan itibaren maddenin menşeini ve mahiyetini izah etmeğe çalışmıştır. Eskilerde kâinattaki her şeyin bir tek ana maddeden (prensipten) geldiği fikri vardı. Bu sebeple eskilerin ve bu arada bilhassa eski Yunan filozoflarının başlıca çalışmalarını kâinatın sonsuz karışıklığını az sayıda ana maddeye irca etmek teşkil eder. Eski Yunan ve Avrupa felsefesinin babası olup Yunan Ege Okulunun kurucusu olan Milet'li THALES (M.Ö. 640-546), her şeyin sudan geldiğini farzediyordu. Şüphesiz Thales'e göre mevcut olan şey, sis, su ve toprak şekillerini alabilmelidir. Thales ana madde olarak suyu almakla, akıcılık özelliğinde kâinatın esas vasfını düşünmüş ve bu vasfın mütemadi şekilde değişmesiyle de maddenin gaz, likid ve solid gibi üç ayrı fiziksel halinin meydana gelebileceğini ifade etmek istemiştir. Milet Okulundan ve Thales'in talebesi ANAXIMANDROS'a göre her şeyin menşei olan ana madde müşahhas bir şey olarak düşünülmemelidir; onun bir tek vasfı vardır ki o da sonsuz ve sınırsız oluşudur. Anaximandros'un bu düşüncesi asrımıza kadar fizikte yer almış bulunan uydurma «esîr» mefhumunun ilk tezahürüdür. Anaximandros'un memleketlisi ve talebesi ANAXIMENES (M.Ö. 585-525 tahminen) için bu ana madde hava, Ege Okulundan Efesli HERACLITUS (M.Ö. 490-430) için ise ateştir. Sonradan bir tek ana madde ile bir çok şeyin imkansızlığı karşısında bu tek prensip yerine dualist sistem ikame edilmiştir. Bu sisteme göre, her şey iyilikle kötülük, sevgi ile nefret gibi birbirine zıt iki prensibin karşılıklı birleşmesiyle meydana gelir. Şüphesiz bu da yeter olmayınca Sicilyalı EMPEDOCLES (M.Ö. 490-430) Ege Okulunun tek ana maddesi yerine dört madde düşünür: toprak, su, hava, ateş ve bunların yanında iki semevî kuvvet olan sevgi ve nefret her şeyin temelini teşkil eder. Sevgi unsurları birleştirir; nefret ise bunları birbirinden ayırır. İleride görüleceği gibi, Empedocles'in bu fikirleri Aristo tarafından da benimsenmiş ve hakikattan uzak olmakla beraber Ortaçağda mühim rol oynamıştır.

Menşei bu şekilde tasavvur edilen maddenin tanecikli bir yapıda olduğu fikri ise en eski bilgilerimizdendir. Filhakika Milâttan önce 1100 yılında Sayda filozoflarının, maddenin bölünemez gayet küçük parçacıklardan kurulmuş olduklarını düşündükleri hakkında işaretler vardır. Yine Milâttan 500 yıl önce Hintli filozof KANADA, maddenin her yönde daimî surette harekette bulunan pek küçük taneciklerden kurulduğunu ve bunların basit olduğunu, zira maddenin sonsuz bir şekilde bölünemiyeceğini ortaya atmıştır.

Yunan atom teorisi Miletli LEUCIPPUS (M.Ö. 430 tahminen) ve bilhassa talebesi DEMOCRITUS (M.Ö. 470-400 tahminen) tarafından kurulmuş, Sisamlı EPICURUS (M.Ö. 306) ve antikitenin en dikkate değer materyalist sistemiyle De Natura Rerum'un (eşyanın mahiyeti hakkında) müellifi Lâtin şair ve fizikçisi LUCRETIUS (M.Ö. 90-95) tarafından devam ettirilmiştir. Bunlara göre madde ancak bir merhaleye kadar bölünebilir. Artık bölünmesi mümkün olmayan son bölünme kısmına da Epikurus, Yunancada bölünemez anlamına gelen Atomos'dan Atom adını vermiştir. Atomlar sert ve doludurlar. Bir cisim bunların birleşmesi ile vücut bulur, ayrılmasa ile de mahvolur. Atomlar hareketlidirler ve çarpışmaları neticesinde ısı meydana gelir. Atomların birbirleriyle birleşme tarzından cisimlerin gaz, likid ve solid halleri meydana gelir.

ARISTO (M.Ö. 384-321), tabiat hakkındaki sezgisel bilgisi pek derin bir dâhi olmakla beraber maddenin hakikî mahiyetini kavrayamamıştır. Onun fikrince hakikatte madde yoktur. Eşyayı ancak özellikleriyle tanıyabildiğimize ve bunlarla farklılandırabildiğimize göre, ancak bu özellikler prensip yahut element olarak düşünülebilir. Yani elementler ayrı ayrı özelliklerden ibarettir. Aristo her şeye uygun gelen özellikler araştır-mış ve bunların sıcak ve soğuk, kuru ve yaşta bulunduğunu sanmıştır. Bunlar ikişer ikişer birleştirildiklerinde altı çift elde edilir. Fakat bunlardan soğukla sıcak ve kuruyla yaş birbirinin zıttı olduğu için yok edilir ve neticede dört tane kalır. Soğuk ve yaş suyu (likid olan şey), soğuk ve kuru toprağı (solid olan şey), yaş ve sıcak havayı (gaz olan şey), kuru ve sıcak ateşi (yanan şey) teşkil eder. İşte ortaçağda pek büyük bir rol oynamış olan Aristo'nun dört element teorisinin menşei budur. Şüphesiz bunlar bugünkü manâda birer element değildirler. Zira bugünkü manâda bir element, başka cisimlerin birleşiminde bulunan cisimlerdir. Aristo'nun elementleri ise, muayyen ve temel özellikleri gösteriyordu. Böyle bir felsefe yardımıyla herhangi bir olayın sayı ile ve ölçü ile ifadesi mümkün değildi.

Ortaçağda (476-1453) Şark simyacıları Aristo'nun dört elementine cıva, kükürt ve tuz gibi üç element daha ilâve ederler. Yalnız bunlarla bugün aynı adı taşıyan cisimler arasında hiçbir münasebet yoktur. Bunlar cisimlerde az çok bulunurlar. Kükürt, cisme ateşte bozulabilme ile rengini ; cıva, metalik manzara ile eriyebilmeyi ; tuz da, lezzeti ve çözünebilmeyi verir.

Ortaçağ, ortaya atılan bu saçma teorilerden dolayı ilim tarihinde karanlık bir devre olarak yer almıştır.

İlmi bütün bunlardan ilk defa kurtaran ve kimyasal elementin modern mânasını ilme sokan ROBERT BOYLE (1626-1691) olmuştur. Boyle denel temelden yoksun bir hipotezi kabul etmeyi kesin olarak reddetmiştir. Boyle, madde kavramıyla düşünen bir bilgindir. Ona göre elementleri özellik olarak değil madde olarak almak lâzımdır. Element demek, sadece daha basit maddelere ayrılamayan madde demektir. Öteki cisimler bunların bileşikleridir. Bu bakımdan Boyle'a ilk kimyacı gözüyle bakılabilir. Boyle bir atomistikçidir. Fakat henüz kantıtatif kimya çağına girilmemiş olduğundan bir çok düşünceleri felsefî mahiyette kalmıştır. Bununla beraber, Boyle'un araştırmaları tesadüfün mahsulü şeyler değildir. The Sceptical Chemist adlı eserinden de anlaşıldığı gibi, bunlar düşünülmüş ve muhakeme edilmiş işlerdir.

Boyle sayesinde neticeye epeyce yaklaşılmış iken XVIII. Yüzyıl kimyacıları, mevcut vakâları hiç düşünmeden ve üstelik bunlarla çelişme halinde olmasına rağmen eski Yunandan kalma bir zihniyet mirasıyla genel fikirler başvurmuşlardır. XVIII. Yüzyıl STHAL'ın flogiston devridir. Bu teoriye göre, her yanıcı cisim, biri yanıcı olmayan sabit bir madde ile (kül, toprak) öteki yanıcı bir prensip yani flogiston yahut flogistikten ibarettir. Flogiston maddî birleşim bakımından çok yanlıştır ; bizi element ve birle-şik cisim hakkında yanlış düşüncelere götürür. Meselâ metaller birleşik, oksitler ise basit cisimlerdir. Üç çeyrek yüzyıl zarfında kimyaya hâkim olan bu teori, element mefhumunun gelişmesine hiç de müsait değildi ; zira maddenin temel özelliği olan kütleyi hiç göz önüne almıyordu.

Yeni kimyanın kurucusu büyük âlim LAVOISIER ile kantitatif kimya çağı doğmuş ve flogiston teorisi ortadan kalkmıştır. Lavoisier ile madde gerçek manâsını almış ve elementin kantitatif tarifi verilmiştir. Lavoisier için element, eldeki vasıtalarla ayrıştırılamayan cisimdir.

Ancak maddenin gerçek anlamı anlaşıldıktan ve elementin gözlem ve denemeye uygun doğru bir tarifi verildikten sonradır ki modern atomistik'in doğuşu beklenebilirdi ve gerçekten de öyle olmuştur.

Yeni Atom Teorisi

Eskilerin atomistik kavrayışıyla bugünkü arasında büyük fark vardır. Eskisi tamamiyle felsefîydi ve hiçbir deneye dayanmıyordu. Halbuki bir teorinin deneye ve gözleme dayanması lâzımdır. Bir teori mevcut vakâları tarif ve aralarındaki bağları tayin ettiği ve yeni vakâları önceden tahmin edebildiği takdirdedir ki ilmî bir mahiyet alır.

Eskiler göze çarpan vakâlara bakmaksızın, içinde mantık çelişmeleri bulunmamak şartı ile genel prensipler kurmaya çalışmışlardır. Eskiler uzun yıllar maddenin gerçek anlamını anlamaya bir türlü yanaşmamışlardır. Hatta bazı müellifler, eski Yunan filozoflarının kâinatı bir ilim adamı gibi değil, bir şair gibi temaşa ettiklerini söyler ve bunun sebebini o vakitler el işlerinin âdi işlerden addolunduğu için âlim ve filozofların bu işlere tenezzül etmemesinde bulurlar (*). O halde hiçbir denel temele dayanma-yan ve tamamiyle felsefî olan düşünceleri ve bu arada atom kavramları bilgilerimiz üzerinde hiçbir rol oynamamıştı denilebilir. Üstelik Democritus'un atomları sert, tarif olarak bölünemez (atomos = bölünemez) ve esas itibariyle de doludurlar. Halbuki bugün biz atom için, içinde karışık bir teşkilât, karışık kuvvet alanları, daha küçük tanecikler ve bunların arasında büyük boşluklar bulunan bir yapı tasavvur ediyoruz.

(*) Adnan Adıvar, İlim ve din

Atom ve molekül kavramlarının bugünkü mânasıyla ilimde yer alabilmesi için aşağı yukarı iki bin sene geçmiştir. BERNOULLI (1738) de, gazların birbirinin aynı, daimî surette harekette bulunan fakat uzak mesafe-lerde birbirine tesir etmiyen küçük taneciklerden yapılmış olduklarını bunların bulundukları kabın kenarlarına çarpmalarından basıncın husule geldiğini izah etmiş ve bu suretle de gazların kinetik teorisinin temelini atmıştır.

Atomistik'in ilmî hüvviyetiyle ilimde yer alabilmesi, tereddütsüzce söylenebilir ki, kimyacılar sayesinde mümkün olmuştur. Bizim için modern atom teorisinin baş kurucusu, kimyanın ilerlemesinde büyük rolü olan JOHN DALTON (1808)'dur.

Lavoisier tarafından modern kimyanın temelleri atıdıktan sonra Dalton, zamanında bilinen kimya kanunlarını (Dalton'un artan oranlar, GAY-LUSSAC'ın gazlar ve PROUST'un sabit oranlar kanunlarıdır) izah edebilmek için atom bilgisine kesin bir anlam vermiştir. «New System of Chemical Philosophy» adlı değerli eserinde atom teorisinin esaslarını izah etmiştir. Bu teorinin esası şöyledir: Bütün kimyasal elementler gayet ufak taneciklerden yani atomlardan kurulmuştur. Atomlar kimyasal reaksiyon-larda bölünmeksizin kalırlar. Bir elementin aynıdır ve hususiyle aynı kütleye maliktir. Halbuki çeşitli elementlerin atomları farklıdır. Kimyasal bileşikler, kendilerini kuran elementlerin atomlarından meydana gelmişler-dir. Bunların belli sayıda birleşmesinden moleküller meydana gelir. Bu şekilde ifade edilen atom hipotezi sabit oranlar kanununu pek iyi izah ediyordu.

Dalton'un eseri daha sonra bir çok bilginler tarafından geliştirilerek devam ettirilmiştir. Yaklaşık bütün gazlara uygulanabilen Boyle-Mariotte ve Gay-Lussac kanunlarını izah edebilmek için AVOGADRO ( 1811) da, kendi adını taşıyan hipotezini ifade etmiştir. Bu hipoteze göre: «Aynı temperatur ve basınç şartlarında çeşitli gazların eşit hacimlerde daima eşit sayıda molekül bulunur. » Bu hipotezin, daha doğrusu bu kanunun önemine AMPÈRE tarafından da işaret edilmiştir.

0°C da ve 760 mm cıva basıncında gaz halinde 22,4 litrede mevcut molekül sayısına Avogadro Sayısı adı verilmiş ve "N" harfiyle gösterilmiş-tir. O halde bütün saf cisimlerin birer molekül gramlarında daima Avogadro sayısı kadar molekül bulunduğu gibi basit cisimlerin birer atom gramlarında da Avogadro sayısı kadar atom vardır.

Avogadro ve Ampère'in fikirleri atom teorisine ilmî bir mahiyet vermiş ve çok önemli olan Avogadro sayısı sabitinin bir yüzyıl sonra ölçülmesiyle de atomistik'in parlak bir gerçekleşmesi sağlanmıştır.

Maddenin atom hipotezine dayanan ve bu teorinin lehine kaydedilen bu önemli neticeler, atomların mevcudiyetlerinin doğrudan doğruya denel bir gerçekleşmesini verememekteydi. Bu husustaki denemeler ise gayet yavaş olmuştur. Bunlardan ilki JEAN PERKIN (1909) tarafından yapılmış olup Avogadro sayısı için 6.10²³ e yakın bir değer bulunmuştur. Bulunan bu değerle, gazların kinetik teorisinden elde edilen değer arasındaki uyarlık, yalnız kinetik teorinin temel hipotezlerinin doğruluğunu değil, moleküllerin varlığının da parlak bir delilini vermiştir. Bilhassa şu son yarım yüzyıl içinde maddenin yapısına dair olan başka denemelerle teorik düşünceler atom ve moleküllerin gerçek birer varlık olduklarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ispat etmiştir. Daha 1910 dan itibaren cisimlerin birer molekül gramlarında aynı sayıda molekülün bulunduğu birbirinden tamamıyla farklı çeşitli metodlarla meydana konulmuş ve bunlar hep aynı mertebeden değerler vermişlerdir.

Bugün Avogadro sayısı için



N = (6,02308 ± 0,00036) x 1023 (g mol)-1



değeri kabul edilmektedir. Ekseriya 6,02 X 1023 değeri de alınır.



Atomun Fiziksel yapısı



Atomun yapısı hakkında ilk denel bilgi ERNEST RUTHERFORD tarafından, 1911 de, alfa partiküllerinin katı cisimlerden geçişleri sırasında uğradıkları sapmaların keşif ve izahı sayesinde mümkün olmuştur. Bu suretle bir atomun, merkezde atomun bütün kütlesini, gayet küçük ve pozitif elektrik yüklü bir çekirdekle bunun etrafında ve çekirdeğin yükünü nötralleştirecek sayıda elektronun dönmekte oldukları modeli verilmiştir. Eğer bir atomun çekirdeği dışındaki elektronların sayısı Z ise, bir elektronun yükü e olduğuna göre çekirdeğin pozitif yükü Z e dir. Bir atomun karakteristiği olan Z ye o atomun ait olduğu elementin atom numarası denmiştir. Daha 1869 da MENDELEYEFF, elementlerin fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki benzerlikleri göz önüne alarak elementlerin atom tartılarına göre sıralandıklarında, özelliklerinin periyodik bir tarzda tekrarlandığını görmüş ve bu gün de kendi adını taşıyan, elementlerin periyodik sistemini kurmuştur. Uzun zaman bu devriliğin mahiyeti anlaşılamamıştır. Fakat X ışınları spektrumu MOSELEY kanunu sayesinde (1913) elementlerin sıralanmalarının atom ağırlıklarına göre değil, atom ağırlıklarıyla beraber giden fakat onu her yerde takip etmeyen atom numarasına dayandığı denel olarak meydana konulmuştur. Bir elementin Z si aynı zamanda onun periyodik sistemdeki yer numarasıdır.

Rutherford'un atom modeli bazı itirazlara uğramıştır. Gerçekten de bu atom modeli klâsik elektromangetik teorilere göre kararsızdır. Çünkü elektronların çekirdek etrafında dönmeleri lâzımdır, aksi taktirde pozitif olan çekirdek üzerine düşmeleri icap eder. Diğer taraftan, elektronlar döndükleri taktirde enerji kaybederler, bunun neticesi ise yörüngeleri gittikçe küçüleceğinden nihayet çekirdeğin üzerine düşmeleri lâzım gelecektir. Rutherford teorisini bu çıkmazdan NIELS BOHR kurtarmıştır (1913). Bohr, MAX PLANCK'ın 1900 de enrejinin süreksiz bir tarzda quantum şeklinde alınıp verildiğini ifade eden quantum teorisine dayanmak suretiyle Rutherford atom modelini bazı postulat'larla tamamlamıştır. Böylece Rutherford-Bohr atom modeli meydana gelmiştir.

Bu atom modeliyle başta hidrojenin olmak üzere bazı elementlerin spekturumlarıyla Rydberg sabitinin menşei izah edilmekle beraber bir çok denel neticeler izah edilemediği gibi Bohr postulat'larının biraz sunî olduğu da meydana çıkmıştır. Bu model daha sonra SOMMERFELD atom modeli ile tamamlanmak istenmiştir. Bohr atom modelindeki elektronların dairesel yörüngeleri yanında eliptik yörüngelerin de bulunduğu düşünülmüştür. Gerek bu model ve gerekse elektronların hareketlerine izafiyet düzeltilme-sini de ilâve etmekle beraber spekturumların tam izahı mümkün olamamıştır.

GOUDSMIT ve UHLENBECK, 1924 de, elektronun çekirdek etrafındaki hareketinden başka kendi etrafında da döndüğü (spin) hipotezini ortaya atmışlardır. Bu hipotez çok verimli neticeler sağlamış ve tayfların tam olarak izahı da mümkün olmuştur.

PAULI, 1925 de, kendi adını taşıyan exclusion prensibi sayesinde bir atomun çekirdek dışı elektronlarının dağılımının aritmetiğini ve elementle-rin periyodik sisteminin anahtarını vermiştir.

Bu gün bir atomun çekirdek dışı hakkındaki bilgilerimiz bilhassa dalga ve quanta mekanikleri sayesinde tamdır. Atomun kabuğunu ilgilendi-ren bütün özelliklerin izahı mümkündür. Dalga mekaniği, ışığın mahiyeti hakkında uzun zamandır mevcut olan dalga ve korpüsküler paradoksal hale son vermek için 1923 de LOUIS DE BROGLIE tarafından kurulmuş ve bilhassa SCHRÖDINGER tarafından geliştirilmiştir. Quanta mekaniği ise HISENBERG tarafından kurulmuş ve BORN, JORDAN, DIRAC tarafından geliştirilmiştir.

Dalga mekaniğinde, harekette bulunan bir taneciğe bir faz dalgasının refakat ettiği kabul edilir. Bu netice hızlandırılmış elektronları muhtelif billûrlar üzerine göndermek suretiyle önce DAWISSON ve GERMER ; sonra G.P. THOMSON ve daha sonra da PONTE tarafından denel olarak ispat edilmiştir.

Atomun yapısı hakkındaki bilgilerimizin gelişmesi üzerine KOSSEL (1910), LEWIS-LANGMUIR ve başkalarının çalışmaları sayesinde «valans (değerlik)» kavramı izah şeklini bulmuş ve bu sayede bilhassa organik kimyanın büyük gelişmesi sağlanmıştır.

Atom için olduğu gibi çekirdek için de bir yapı araştırılmıştır. İnsanoğlu daima kâinatın sonsuz karışıklığını az sayıda prensibe irca etmeye çalışmıştır. Eskiden beri bütün cisimlerin müşterek bir tipten teşekkül oldukları hakkında hipotezler ileriye sürülmüştür. Daha 1815 de İngiliz doktoru PROUT, çeşitli elementlerin, en basit element olan hidrojen atomlarının yoğunlaşmasından teşekkül etmiş oldukları hipotezini ileriye sürmüştür. Bu hipoteze göre esasta madde birliği vardır ve temel madde de hidrojendir. Bu hipotez doğru ise, cisimlerin atom ağırlıklarının hidrojenin-kinin tam katı olması lâzımdır. Prout'un bu tam sayılar hipotezi bazı elementlere uyuyor, bir çoklarına ise hiçbir suretle uymuyordu. Meselâ atom ağırlığı 35,46 olan klor bunun tipik bir misâliydi. Bu sebepten Prout hipotezi ifade edildiği devirde kabul edilmemiştir.

J.J. THOMSON ve ASTON (1919), kütle spektrografı metoduyla yaptıkları denemeler neticesinde, o zamana kadar basit olarak düşünülen bir çok cisimlerin gerçekte atom ağırlıkları farklı cisimlerin karışımı olduklarını meydana koymuşlardır. Bu suretle daha önce radioelementler hakkında SODDY'nin bulmuş olduğu izotopluk kavramı âdi elementler halinde de meydana konulmuştur. Bu izotoplar çekirdeklerinde aynı sayıda proton içerirler. Yani Z leri aynıdır Mendeleyeff cetvelinde aynı yeri işgal ederler, kimyasal özellikleri aynıdır, ancak fiziksel özellikleriyle fark edilirler. O halde izotop atomlarının çekirdeklerinde aynı sayıda protona karşılık farklı sayıda nötron vardır. Böylece klorun 35,46 atom tartısı bir ortalama atom tartısıdır ve atom tartıları 36 ve 37 olan iki izotopun 3/1 oranında karışımından ibarettir. İzotopları atom tartılarının tam sayılara eşit olmasının ispatıyla, Prout'un tam sayılar hipotezi yüzyıl sonra denel olarak gerçekleşmiştir. Klor halinde Z = 17 dir. O halde atom tartısı 35 olan klor çekirdeğinde 17 proton ve 35 - 17 = 18 nötron ; 37 izotopunda ise 17 proton ve 37 - 17 = 20 nötron olacaktır. Atomlar nötr olduklarından, bunların çekirdek dışlarında da 17 şer elektronları bulunur. Çekirdeklerin kütleleri proton ve nötronunkinin tam katlarından ibaret olmalıdır. Halbuki çekirdeklerin kütleleri, kendilerini teşkil eden proton ne nötronların kütleleri toplamından, pek az da olsa, daima daha küçük bulunmuştur. Bu kütle noksanlığının, tanecikler birleşirken Einstein'ın E = mc2 ilişkisine göre bir miktar enerji kaybetmelerinden ileri geldiği tespit edilmiştir. Bir çekirdeğin sağlamlığının bu kütle noksanlığının fazlalığıyla arttığı görülmüş ve çekirdekler buna göre bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Ağır ve çok hafif çekirdeklerin kararsız, orta ağırlıktakilerin ise en sağlam oldukları görülmüştür. Nitekim çok ağır atomlu olan çekirdekler tabiî radioaktiftir ve kendiliklerinden parçalanırlar.

Etiketler: , , , ,

Eskimolar hakkında bilgi

Amerika’nın ve Grönland’ın Arktik bölgesinde yaşayan halk. Eskimolar, Amerika kıtasının kuzey kıyılarında, Grönland’da, Labradar, Hudson Körfezi kıyılarında ve Sibirya’da bulunurlar. Eskimo ismi Abnaki yerlilerinden çıkmıştır. Eskimolar ise kendilerine “İniuit” veya “Yuit” demektedir. Günümüzde yaşayan Eskimolar 50.000’den fazla değildir. Sibirya’da 2000, Alaska’da 25.000, Mackenzie Nehri ile Kuzey Quuebek arasında 10.000 eskimo yaşar. Diğerleri muhtelif yerlere dağılmıştır. ...

Etiketler: , , ,

 
Ödev Siteleri egitimhit.com/ http://www.ders.org/toplist/ ktunnel google adwords reklam sexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsex