ÖDEV SİTESİ

11 Ekim 2007 Perşembe

Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi

TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHî GELİŞİMİ
Türkler, 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılı dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu... gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır.

ESKİ TÜRKÇE

Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral gölü ve Hazar denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.

Dil bilgisi yapısı bakımından Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında önemsiz bir iki fark dışında değişiklik olmamakla birlikte bu dönemde birbirinin yerine geçen ve birbiri ardından kurulan Türk devletlerinde Türkçeye, devletin girdiği yeni medeniyet dairesinden yabancı kelimeler girmiştir. Meselâ, Köktürklerden sonra yeni bir medeniyet ve din arayışı içinde olan Uygur Türklerinin söz varlığında, Sanskritçe kelimeler, Budizm ve Manihaizme ait Türkçe kelimeler görülmektedir. Karahanlıların İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra ise Türkçeye, Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler girmiş, bunun yanında Türkçeden Müslümanlıkla ilgili yeni kelimeler (yapı bilgisinde değişikliğe gitmeden) türetilmiştir. Bunlar dışındaki söz varlığı ise ortaktır.

Kuzey – Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi

11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey – Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi ol­mak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.

KUZEY – DOĞU TÜRKÇESİ

Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin bir çok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.

Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:

a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Aslında bu yazı dilinin Doğu Türkçesi yazı dilinden pek de farklı bir yanı yoktur. Ancak Kazan ve çevresinde bilhassa 18. ve 19. yüzyıllarda gelişme göstermiştir. Bu dönemde tarihî yazı dilini kullanan Türk gruplarının yavaş yavaş edebî dillerine kendi ağızlarından kelimeler kattıklarını görürüz. Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işde birlik.” uranı* ile yayımladığı Tercüman gazetesi Kazan Türkçesini İstanbul ve Taşkent Türkçeleriyle birleştirmeyi amaçlamıştır. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.

b) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili, Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.

“Klâsik devir Çağatay edebiyatının olduğu kadar, bütün Türk edebiyatının da en önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Şir Nevâyî, Azerî ve Anadolu sahasında da okunmuş, Osmanlı şairlerince üstat tanınmış ve XV. yüzyıldan bu yana şiirlerine pek çok nazire yazılmıştır. Meydana getirdiği divan, mesnevi, tezkire, hâl tercümesi, tarih vb. gibi değişik türlerde; musiki, aruz, dil, din vb. gibi farklı konularda kaleme aldığı otuza yakın eser, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde ve gelişmesinde büyük hizmet görmüştür.”[1][3]

Ali Şir Nevâyî’nin Türkçeyle Farsçayı karşılaştırarak Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu anlatan Muhâkemetü’l- Lûgateyn (İki Dilin Muhakemesi) adlı eseri dil tarihi bakımından özellikle anılmaya değer niteliktedir.

Bugünkü Pakistan, Hindistan ve Afganistan topraklarında 16. yüzyılın başlarında büyük bir Türk devleti kuran Babür Şah, Çağatay şiirinin ve nesrinin güzel örneklerini vermiştir. Babür Şah’ın Vekayi adlı eseri ise, dünya hatıra edebiyatının önemli kaynaklarındandır.

17. yüzyılda Çağatay Türkçesini temsil eden Ebü’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî ve Şecere-i Terâkime adlı eserleri meşhurdur.

Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.

BATI TÜRKÇESİ
Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır.

12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.

Bugün Batı Türkçesi; Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Gagavuz Türkçesi ve Türkmen Türkçesi olmak üzere varlığını dört kolda devam ettirmektedir. Türkmen Türkçesi, yüzyıllarca Doğu Türkçesinin etkisi altında kaldığından Türkiye Türkçesine yakınlığı Azerbaycan Türkçesi kadar değildir. Gagavuz Türkçesi de Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra edebî dil olma yolunda büyük gelişmeler göstermektedir.

Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:

a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
13. yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de kullanılan, Oğuz temelindeki Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.

Eski Anadolu Türkçesi, gramer şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı olmakla birlikte, Kuzey ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasî ve sosyal gelişmelere bağlı olarak kendi içinde Selçuklu Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme ayırmak mümkündür.

Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlâkî özellikler taşıyan ve daha çok halka seslenen eserler yazılmıştır. Bu eserlerin yazılmasında beylerin; kendi millî dil ve kültürlerine önem veren, Türkçe yazan bilim adamlarını ve şairlerini koruyup destekleyen tutumları oldukça etkili olmuştur. Bilhassa, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 15 Mayıs 1277’de dellâl çağırtarak yaydığı “Şimden gerü dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”[2][4] fermanı oldukça önemlidir.

Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır. Bu devirde Selçuklu döneminin az sayıdaki eserlerine karşılık yüzlerce eser meydana getirilmiştir.

Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.

b) Osmanlı Türkçesi
Pratikte kısaca Osmanlıca diye de adlandırılan Osmanlı Türkçesi, 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devletinin sınırları içinde kullanılan yazı dilidir.

Bu dönemin en belirgin özelliği, Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klâsik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil; diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.

Halka, halkın diliyle seslenen halk şairlerinin yalın Türkçesi yanında sanat yapma endişesiyle sadece belli bir zümrenin anlayabildiği, halkın anlamadığı, konuşmadığı unsurlar divan şairleri aracılığıyla dile girmiştir. Bu durum 17. yüzyılda doruğa çıkmıştır.

Dilde ortaya çıkan bu ikilikten kaynaklanan anlaşılmazlık sorunu, 17. yüzyılda mahallîleşme hareketiyle yavaş yavaş çözülmeye başladı. Bu çözülme 18. yüzyıl boyunca ve Tanzimat’a kadar devam ettiyse de Türkçe, yabancı kelimelerle yüklü ağır bir dil olarak varlığını Batı Türkçesinin üçüncü dönemini oluşturan Türkiye Türkçesine kadar sürdürdü.

c) Türkiye Türkçesi
Batı Türkçesinin bugün içinde bulunduğumuz üçüncü dönemidir. Türkiye Türkçesi teriminden, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili olan ve bugün çok geniş bir alanda kullanılan Türk yazı dili anlaşılır.

Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z.Gökalp, A.C. Yöntem, A.Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Yeni Lisan makalesinde bu hareketin amacı, “Millî bir edebiyat meydana getirmek için önce millî bir dile ihtiyaç vardır. Bu dil konuşulan dil, İstanbul Türkçesidir. Yazı diliyle konuşma dili birleştirilirse millî bir edebiyat ancak o zaman dirilecektir. Bunun için de yapılacak tek şey dilde Türkçenin kurallarını geçerli kılmak olacaktır.” şeklinde özetlenmektedir.

Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Yeni Lisan hareketinin gerçekleşmesinde bugün de geçerliğini sürdüren ilkeler benimsenmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

· Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.

· Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.

· Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.

· Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.

Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.

“Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılâbı’dır. Dil inkılâbı, dil konusunu, önemi ve gelişme şartları bakımından çok yönlü ve sağlam bir zeminde ele alma ve olgunlaştırma hareketidir. 1928’de Lâtin alfabesinin kabulü, 1932’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’nin kuruluşu bu hareketin önemli halkalarıdır. Bu devrede Türkçeye devlet eli uzanmış ve Türkçeleşme hareketi devletin desteği ile yürütülmüştür. Bu hareketin ana hedefleri şunlardır:

1. Yeni Lisan hareketinden sonra da Türkçede kalmış bazı yabancı gramer şekilleri ve kelimeleri dilden atmak,

2. Dili, milleti birleştiren, millî kültür etrafında toplayan önemli bir varlık olarak görme fikrini genişletmek,

3. Türkçeye, yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme zemini hazırlamak,

4. Türkçeyi eğitim dili hâline getirmek,

5. Türkçeyi, ilim ve kültür dili hâline getirmek,

6. Türkçeyi bir ilim kolu olarak inceleme ve araştırma konusu yapmak,

7. Dile yeni kelime katacak kelime türetme yollarına işlerlik kazandırarak, bu yolla dili zenginleştirmek.

Dil inkılâbı ile Türkçede, 1940’lı yıllardan itibaren bir tasfiyecilik hare­keti görülür. Zaman zaman Türkçenin tabiî gelişmesinin önünü tıkayan bu tasfiyecilik hareketi artık hızını kaybetmiştir. Fakat bugün Türkiye Türkçesi yeni bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu da batı kökenli kelimelerin kullanılışının gittikçe artmasıdır.”[3][5]

Azerbaycan Türkçesi
Türkiye Türkçesiyle büyük bir yazı dili ayrılığı göstermeyen Azerbaycan Türkçesi, esasen 16. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi içinde bir ağız olarak varlığını sürdürmüş, bu yüzyıldan sonraki gelişmelerle bir lehçe görünümü kazanmıştır. Türkiye Türkçesi batı dillerinden etkilenirken Azerbaycan Türkçesi, bir dönemdeki Sovyet hakimiyetinin sonucu olarak Rusçadan; Güney Azerbaycan’ın İran sınırları içinde olması ve komşuluk ilişkileri sebebiyle de Farsçadan etkilenmiştir.

Azerbaycan Türkçesi bugün bağımsız bir devlet olan Azerbaycan Cumhuriyetinde, İran’daki Güney Azerbaycan’da ve dağılan Sovyetlerdeki Azerbaycan Türkleri arasında bir yazı dili olarak kullanılmaktadır.

Etiketler: , , , , , , , ,

Maddelerin ayırtedici özellikleri ve sınıflandırılması

MADDE VE ÖZELLİKLERİ


Kimya: Maddelerin iç yapısını özelliklerini ve maddeler arası ilişkileri inceleyip kanunlaştıran pozitif bilim dalıdır.
Madde: Kimyanın konusunu madde oluşturur. Kütlesi ve hacmi olan yani doğada yer kaplayan her şeye madde denir.


MADDENİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

A) Kütle ve Ağırlık: Kütle bir cismin kapladığı madde miktarının bir ölçüsüdür. Kütle terazi ile ölçülür. Her maddenin bir kütlesi olduğundan iki maddeyi birbirinden ayırmada kütle kullanılmaz. Ağırlık ise bir kütleye etki eden yer çekimi kuvvetidir. Yer çekimi kuvveti yöreden yöreye farklılık gösterir. Bu farklılığı gösterdiğinden madde miktarının ölçülmesinde yararlanılan bir özellik değildir.


MADDELERİN SINIFLANDIRILMASI

MADDE

SAF (ARI) MADDELER KARIŞIMLAR

Metaller : Cu Fe Cr Ni Ag Au Zn Al
Soygazlar : He Ne Ar Kr Xe Rn
Ametaller : O H F Cl Br NC

Bileşikler

Organik - İnorganik
a) Asitler
b) Bazlar
c) Tuzlar
d) Oksitler

Homojen (Çözeltiler)
1. Katı-Sıvı (Şekerli Su)
2. Sıvı-Sıvı (Alkollü Su)
3. Sıvı-Gaz (Gazoz)
4. Katı-Katı (Alaşımlar)
5. Gaz-Gaz (Hava)

Heterojen
1. Katı-Katı (Toprak)
2. Katı-Sıvı (Süspansiyon) (Tebeşir Tozu-Su Karışımı)
3. Sıvı-Sıvı (Emilsiyon) (Zeytinyağlı-Su)

B) Karışım: İki veya daha çok maddenin birbiri içerisinde ağırlık oranı olmaksızın ve kimyasal özellikleri kaybetmeden dağılmasıyla oluşan yapılara karışım denir. Karışımlardan çözeltiler homojen yapı arz ederken diğer karışımlar heterojendir. Karışımı oluşturan maddeler karışımın içinde kendi özelliklerini korurlar. Bu nedenle karşımlar fiziksel yöntemlerle bileşenlerine ayrılabilirler.Karışımlar biraz önce saydığımız bir çok nedenden dolayı sadece ve sadece fiziksel yollarla ayrılabilirler.

C) Hacim: Bir maddenin uzayda kapladığı yerdir. Her maddenin bir hacmi olacağından maddeleri birbirinden ayırmada kullanılamaz.

Maddenin yapısındaki değişimler fiziksel ve kimyasal olmak üzere ikiye ayrılırlar.

1)Fiziksel değişme: Maddenin dış yapısıyla ilgili özelliklerine (renk, koku… vb ) fiziksel özellik bu özellikteki değişmelere ise fiziksel değişme denir. Örneğin: Suyun donması

2)Kimyasal değişme: Bir maddenin iç yapısı ile ilgili özelliklerine kimyasal özellik, iç yapısında meydana gelen değişimlere ise kimyasal değişme denir.

- Çözücüyü uçurup çözüneni katı olarak çöktürmek “Kristallendirme”
- Kaynama noktaları arasındaki farktan yararlanılarak sıvı-sıvı çözeltiler bileşenlerinden ayrılırlar. “Ayrımsal damıtma”
- Emülsiyonlar ayırma hunisi ile yoğunluk farkından yararlanılarak bileşenlerine ayrılırlar.
- Süspansiyonlar süzgeç kağıdından süzülerek bileşenlerine ayrılırlar.
- Tuz ve şeker gibi çözünürlüğü farklı olan karışımlar çözünürlük farkından yaralanılarak ayrıştırılırlar “ayrımsal kristallendirilme”
- Demir tozu ve odun karışımı mıknatıslama ile ayrılırlar.

Saf Madde: Yalnızca tek bileşeninden oluşan maddelerdir. Bileşik ve elementler saf maddelerdir. Saf maddelerin erime noktaları, kaynama noktaları, yoğunluk ve çözünürlükleri sabittir.

Metallerin özellikleri Ametallerin özellikleri Soygazların özellikleri

Yüzeyleri parlaktır. Civa hariç oda sıcaklığında katıdırlar. Isı ve elektrik akımını iletirler. Bileşiklerinde daima artı değerlik alırlar. Ametallerle iyonik bileşik oluştururlar. Kendi aralarında bileşik oluşturamazlar, alaşım oluştururlar. İşlenip tel ve levha haline gelebilirler. Yüzeyleri mat görünümündedir. Oda sıcaklığında katı, sıvı ve gaz halinde bulunabilirler. Isı ve elektriği iletemezler. Metallerle oluşturdukları bileşiklerde (-), kendi aralarında (+) veya (-) değerlik alabilirler. Tel ve levha haline gelemezler. Kendi aralarında bileşik oluşturabilirler. Kimyasal tepkime veremezler. Oda koşullarında gaz halinde bulunurlar. Serbest halde tek atomludurlar. Elektron boşluğu yada fazlalıkları yoktur.

Alaşım: İki metalin yüksek sıcaklıkta eritilip karıştırılması ile oluşan yapılara denir.

Metaller yoğunluklarına göre ikiye ayrılırlar. Yoğunlukları 6’dan büyük olanlar ağır metalleri, küçük olanlar ise hafif metalleri oluştururlar. Alkali ve toprak alkali metallerle alüminyum hafif metallerdir.

Element: Tek tür atomlardan oluşan maddelere element denir. Her elementin kendine özgü sembolleri vardır. En küçük yapı taşları atomlardır. Atomlar elementin tüm özelliklerini taşırlar. Elementler metal, ametal, yarım metal ve soy gaz diye sınıflandırılırlar. Yarı metaller, metal ve ametal arası özellik gösterirler.

Bileşikler: İki yada daha çok elementin belirli kütle oranlarında birleşmesi ile oluşan maddelere bileşik denir. Örneğin: CO2, H2O,CaCO3…

Özellikleri:
· Saf ve homojen maddelerdir.
· Kimyasal yolla oluşum yine kimyasal yolla bileşenlerine ayrılırlar.
· Belirli formülleri vardır.
· Erime ve kaynama noktaları sabit olup, belili yoğunluğa sahiptirler.
· Elementlerin kütleleri arasında sabit bir oran vardır.

MADDENİN AYIRTEDİCİ ÖZELLİKLERİ

Bir maddeyi diğer maddelerden ayıran özelliklere ayırtedici özellik denir. Ayırtedici özellikler:
· Yalnız o maddeye özellik olmalı
· Madde miktarına bağlı olmamalıdır.
Hacim ve kütle madde miktarına bağlı olduğundan ayırtedici özellik değildirler.

1) Yoğunluk (Özkütle)
Bir maddenin birim hacimdeki kütlesine yoğunluk denir.

yoğunluk=kütle/hacim, d=m/v (gr/cm³,gr/lt)

Bir maddenin kütlesiyle hacmi doğru orantılı olarak değişir. Sabit şarlarda yoğunluk her üç fiziksel hal için de ayırtedici özelliktir. Katı ve sıvılarda sıcaklıkla azda olsa bir genleşme olacağından yoğunlukları sıcaklık artışıyla biraz düşer. Gazlarda, esnek bir kapta ısıtılan gazın hacmi büyük oranda artacağından yoğunluğu azalır. Kapalı bir kapta ısıtılan bir gazın yoğunluğu sıcaklık değişiminden etkilenmez. Çünkü hacim sabittir. Sabit sıcaklıkta basınç arttıkça yoğunlukta artar çünkü basınç artışı hacim küçülmesine neden olur.

2) Erime noktası
Sabit şartlarda bir maddenin sıvılaşmaya başladığı sıcaklığa erime noktası denir. Erime noktası, madde miktarına bağlı değildir ve katılar için ayırtedici özelliktir. Bir maddenin erime ve donma noktaları birbirine eşittir. Isı kaynağı ve katı maddenin kütlesi erime noktasını değiştirmeyip erime süresini değiştirir

3) Kaynama noktası
Isıtılan sıvı moleküllerinin gaz haline geçmesinde buharlaşma, kaynamaya başladığı sıcaklığa ise kaynama noktası denir. Sıvılar her ortamda buharlaşabilirler. Yoğunlaşma noktası ile kaynama noktası birbirine eşittir.

Bir sıvının kaynama noktası, o sıvının buhar basıncının dış atmosfer basıncına eşit olduğu sıcaklıktır.

Kaynama noktası sıvı miktarına bağlı değildir. Sıvılar için kaynama noktası, gazlar içinse yoğunlaşma noktası ayırtedici özelliktir. Kaynama noktası farklılığını tespit etmek için dış basıncın sabit alınması gerekir.


SIVILARIN BUHAR BASINCI

Bir sıvının buharının sıvı yüzeyine yapışmış olduğu basınca sıvı-buhar basıncı denir. Buhar basıncı ile ilgili bazı koşullar şöyledir.
· Sıcaklık arttıkça buhar basıncı artar.
· Aynı ortamda buhar basıncı yüksek olan sıvıların buharlaşması kolay olacağından kaynama noktaları düşük olur.
· Buhar basıncı yüksek olan sıvı moleküllerinin moleküller arası çekim kuvveti zayıftır.
· Bir sıvı içinde katı çözündüğünde buharlaşmayı azaltacağından buhar basıncını da düşürür. Buhar basıncındaki düşme çözünen madde miktarıyla doğru orantılıdır.

4) Genleşme
Isınan maddelerin yüzey veya hacimlerindeki artışa genleşme denir. Katı ve sıvıların genleşme katsayıları faklı olduğundan bu maddelerin genleşme miktarları ayırt edici özelliktir. Fakat gazların tümünde 1ºC artışı için genleşme 1/273 kat olduğundan genleşme gazlar için ayırtedici özellik değildir.

5) Esneklik
Esneklik yalnızca katılar için ayırtedici bir özelliktir. Sıvı ve gazların esnekliği söz konusu değildir.

6) Çözünürlük
Aynı şartlarda bir çözücünün birim hacminde çözünebilen maddenin maksimum miktarına o maddenin çözünürlüğü denir. Çözünürlük her üç hal için ayırtedici bir özelliktir.


MADDENİN FAZLARI

Madde; katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç ayrı halde bulunabilir. Buna maddenin fazları denir.
· Katı faz, maddenin en düzenliği halidir. Moleküller arası boşluklar ihmal edilecek kadar azdır. Enerjileri düşük olup kararlı yapı gösterirler belirli şekil ve hacimleri vardır.
· Sıvı faz, katıya göre biraz daha düzensizdir. Moleküller hareketli olduğundan konuldukları kabın şeklini alırlar. Bu nedenle sıvıların belirli hacimleri olup şekilleri yoktur.
· Gaz fazı, maddenin en düzensiz hali olup moleküller arası boşluk en çoktur. Enerjileri yüksek olup karasızdırlar. Gaz halindeki maddelerin belirli şekilleri olamadığı gibi belirli hacimleri de yoktur. Gaz hacmi basınç ve sıcaklığa bağlı olarak değişebilir.

Bir maddenin ısı alarak veya ısı vererek fiziksel halinin değişmesine hal değişimi denir.

Etiketler: , , , , ,

Dünyanın Şekli ve Hareketleri

DÜNYA'nın ŞEKLİ ve SONUÇLARI

Dünyamız Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldız sistemlerinden güneş sisteminde yer alır. Bütün gezegenler elips şeklinde bir yörüngede hareket ederler.

AY VE ÖZELLİKLERİ

Ay dünyamızın 1/50’si kadardır. Bu sebeple Ayda yerçekimi azdır (dünyadakinin 1/6’sı kadardır).

Ayda atmosfer yoktur. Bunun sonucunda; hava ve su yoktur. Meteorolojik olay (iklim) görülmez. Meteorlar doğrudan ay yüzeyine düşer. Sonuçta büyük krater çukurlukları oluşmuştur. Günlük sıcaklık farkı fazladır. Bu sebeple mekanik çözülme fazladır. Canlı hayatı yoktur. İç ısısını kaybetmiştir. Bundan dolayı volkanik olay görülmez.

AYIN HAREKETLERİ

1) Kendi ekseni çevresindeki hareketi

2) Dünya çevresindeki hareketi

3) Dünya ile birlikte güneş çevresindeki hareketi

*** Ay hem kendi hem de dünya çevresindeki bir turunu aynı sürede (29,5 gün) tamamladığı için dünyadan ayın sürekli aynı yüzeyi görülür.

Ay günü: Dünyadaki herhangi bir meridyenin ard arda iki kez Ayın karşısından geçinceye kadar geçen süredir. Bu süre 24 saat 50 dakikadır.

Güneş günü: 24 saattir.

*** Ay günü ile güneş günü arasındaki zaman farkından dolayı bir yerde Ay her gün bir önceki güne göre daha geç gözlenir ve gel-git olayı daha geç oluşur.

AYIN EVRELERİ

Ayın aydınlık yüzünün dünyadan görünüşünde bir ay boyunca meydana gelen değişikliklerdir.

Yeniay ve dolunay evrelerinde büyük gel-git yaşanır. Sebebi dünya, ay ve güneşin aynı doğrultuda olmasıdır. İlk ve son dördünde ise küçük gel-git yaşanır.

Güneş tutulması, Ayın Güneş ile Dünya arasına girmesi ve bazı özel koşulların sağlanmasıneticesinde meydana gelir.Tutulmanın olabilmesi için, Ayın, Dünya etrafındaki yörüngesiyle Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesinin kesişim yerlerini belirleyen düğüm noktalarında veya bu noktalar civarında (Yeniay safhasında) bulunması gerekir.

Bilindiği üzere bir yıl içerisinde Ay, Dünya etrafında 12 kez dolanır. Dolayısıyla, eğer Ayın yörünge düzlemi Dünya’nınkiyle çakışık olsaydı, bir yılda 12 kez Güneş tutulması meydana gelebilirdi. Fakat durum böyle değildir. Ayın yörünge düzlemi ileDünya’nınki arasında yaklaşık 5° 9’ lık bir açı vardır. Bu açı nedeniyle Dünya, Ay ve Güneş, Ayın Dünya etrafındaki her dolanımında tam olarak aynı doğrultuda bulunmazlar. Böylece her ay bir Güneş tutulması oluşması engellenmiş olur. Nitekim bir yılda en az iki, en çokbeş Güneştutulması meydana gelebilir.

Ay dünya etrafındaki yörüngesini tamamlarken, dünyanın güneş ve ay arasında kalmasına neden olabilir. Bu durumda ay yüzeyine düşen güneş ışınları dünya tarafından engellenmiş olur. Karanlıkta kalan ay kısa süreli de olsa dünyadan gözlenemez bu olaya ay tutulması adı verilir. Bulutsuz bir gecede çıplak gözle rahatlıkla fark edilebilen bu olay, güneş tutulmasına göre, dünya yüzeyinde daha geniş bir alandan gözlenebilir. Ay tutulmasının dünya yüzeyinden gözlenebildiği alan dünyanın yarısından 24º kadar fazladır.

DÜNYANIN ŞEKLİ VE SONUÇLARI



Dünyamızın Ekvatorda şişkin, Kutuplarda basık olan kendine has şeklineGEOİD denir.

DÜNYANIN BOYUTLARI

Ekvator çevresi: 40.076 km

Kutuplar çevresi: 40.009 km

Ekvator yarıçapı: 6378 km

Kutuplar yarıçapı: 6357 km

Karalar yüzölçümü:149 milyon km2(%29)

Denizler yüzölçümü: 361 milyon km2(%71)

KYK’de karalar %39 denizler %61

GYK’de ise karalar %19 denizler %81 dir.

DÜNYANIN ŞEKLİNİN SONUÇLARI

Ekvatorun uzunluğu tam dairelik bir meridyenin uzunluğundan fazladır.

Paralellerin uzunluğu kutuplara doğru azalır.

İki meridyen arasındaki uzaklık kutuplara doğru azalır.

Güneş ışınlarının düşme açısı kutuplara doğru azalır.

Yer şekilleri haritaya gerçeğe tam uygun olarak aktarılamaz.

Aynı anda Dünyanın yarısı aydınlık (gündüz) yarısı karanlık (gece) olur.

Dünyanın çizgisel dönüş hızı kutuplara doğru azalır.

Yer çekimi kutuplara doğru artar.

Dünyanın çizgisel dönüş hızı kutuplara doğru azalır.

Yer çekimi kutuplara doğru artar.

DÜNYANIN HAREKETLERİ VE SONUÇLARI


Gece gündüz olayı ardalanır (birbirini takip eder).

Güneş ışınlarının düşme açısı günün her saatine göre değişir.

Yerel saat farkları oluşur.

Günlük sıcaklık farkları oluşur. Buna bağlı olarak meltem rüzgarları oluşur. Mekanik çözülme olur.

Sürekli rüzgarların esme yönünde sapmalar olur.

Okyanus akıntılarında sapmalar ve halkalar olur.

Dinamik basınç merkezleri oluşur. Yönler belirlenir. Fotosentez meydana gelir.

DÜNYANIN EKSENİ ÇEVRESİNDE DÖNÜŞÜNDE DOĞAN HIZLAR

1) ÇİZGİSEL HIZ VE SONUÇLARI (Enleme bağlı)

Çizgisel hız en fazla Ekvator üzerindedir (1670 km/h) . Bu hız kutuplara doğru azalır. Bunun sonucunda;

Güneşin doğuş ve batış süresi kutuplara doğru uzar.

Gece gündüz arasındaki fark kutuplara doğru artar.

Atmosferin kalınlığı Ekvatorda fazla, kutuplarda azdır.

Ekvatorda yerçekimi az, kutuplarda fazladır.

2) AÇISAL HIZ VE SONUÇLARI (Boylama bağlı)

Dünyanın açısal hızı;

24 saatte: 360°
1 saatte : 15°
4 dakikada :1° dir.

*** Açısal hız her enlemde aynıdır. Açısal hız sonucunda yerel saat farkları oluşur.

DÜNYANIN YILLIK HAREKETİ VE SONUÇLARI

Dünyanın güneş çevresinde dönerken izlediği yola yörünge, meydana getirdiği düzleme de yörünge düzlemi (ekliptik düzlem) denir. Dünyamızın yörüngesi elips biçimindedir.

ELİPS BİÇİMİNDEKİ YÖRÜNGENİN SONUÇLARI

Dünyamız güneşe bazen yaklaşır, bazen güneşten uzaklaşır. Dünyanın güneşe en yakın olduğu tarih 3 ocaktır. En uzakta olduğu tarih ise 4 temmuzdur.

Dünya güneşe yaklaşınca güneşin çekim kuvveti artar. Böylece dünya güneş çevresinde daha hızlı dönmeye başlar. Sonuçta şubat ayı 28 gündür. Yani K.Y.K ‘de kış mevsimi iki gün kısa olmaktadır.

Dünya güneşten uzaklaşınca çekim kuvveti ve hız azalır. Sonuçta yaz mevsimi K.Y.K.’de iki gün daha uzun olmaktadır.

*** Kısacası elipsoid yörünge mevsim sürelerinin farklı olmasında etkilidir. Dünyamızın yörüngesi daire biçiminde olsaydı; mevsim süreleri birbirine eşit olacaktı.

EKSEN EĞİKLİĞİ VE SONUÇLARI

(Ekvator düzlemi ile ekliptik arasında 23°27' , yer ekseni ile ekliptik arasında 66°33' açı olması)

Dönenceler meydana gelir. Dönence: kuzey ve güney yarım kürelerde güneş ışınlarının en son dik geldiği noktalara denir.

Matematik iklim kuşakları oluşur.

Güneş ışınlarının düşme açısı yıl boyunca değişir. Güneş ışınları yıl içinde dönencelere birer kez, dönenceler arasına da ikişer kez dik açıyla düşerler. Dönenceler dışında hiçbir yere güneş ışınları dik olarak düşmez.


Mevsimler oluşur. Dört mevsimin tek yaşandığı kuşak ılıman kuşaktır. Sebebi: güneş ışınlarının düşme açısında yıl boyunca değişikliğin fazla olmasıdır.

Aynı tarihlerde kuzey ve güney yarımkürelerde farklı mevsim yaşanması.

Gece gündüz uzunluğunun sürekli değişmesi.

Güneşin doğuş ve batış konumu ile saatinin değişmesi.

Muson rüzgarlarının oluşması.

Aydınlanma dairesinin sürekli değişmesi.

Kutup bölgelerinde 24 saatten uzun gece ve gündüzlerin oluşması. Örnek: Kutup noktalarında 6 ay gündüz, 6 ay gece yaşanması.

*** Dönence ve matematik iklim kuşaklarının oluşmasında sadece eksen eğikliği etkilidir. Diğerlerinin oluşmasında eksen eğikliği ile birlikte yıllık hareketin de etkisi vardır.

EKSEN EĞİKLİĞİ OLMASAYDI; (Ekvator düzlemi ile ekliptik üst üste çakışsaydı veya yer ekseni ekliptiği dik olarak kesseydi)

Dönenceler oluşmazdı.

Mevsim değişmesi olmazdı.

Güneş ışınları sadece Ekvatora dik gelirdi.

Aydınlanma dairesi sürekli kutup noktalarına teğet geçerdi.

Gece gündüz süreleri birbirine eşit olurdu.

Güneşin doğuş-batış konumu ve saati değişmezdi.

EKSEN EĞİKLİĞİ 20°OLSAYDI:

Güneş ışınlarının dik geldiği alan daralırdı.

Kutup kuşağı ve tropikal kuşağın alanları daralırken, ılıman kuşak genişlerdi.

Yurdumuzda yazlar daha serin, kışlar daha ılık olurdu.

Kutup ve ılıman kuşakta sıcaklık ortalaması azalırken tropikal kuşakta sıcaklık ortalaması artardı.

Gece-gündüz arasındaki zaman farkı azalırdı.

*** Eksen eğikliğinin 23°27' dan daha büyük olması durumunda yukarıdakilerin tam tersi bir durum yaşanırdı.

Etiketler: , , , , ,

Doğal Sayıları ve Doğal Sayıların Özelliklerini Kavrama

DOĞAL SAYILAR

0, 1, 2, 3, ... , 50, ... devam eden sayılara doğal sayılar denir.
Doğal sayılar kümesi D ile gösterilir.
D = {0, 1, 2, 3, 4, 5, ... }
İkinin katı olan sayılara çift doğal sayılar, çift doğal sayılardan bir sonra gelen sayılara da tek doğal sayılar denir.
n bir doğal sayı iken;
Çift doğal sayılar : 2
Tek doğal sayılar : 2 + 1 biçiminde gösterilir.
Sayma Sayıları
Sıfır dışındaki doğal sayılara sayma sayıları denir.
S = {1, 2, 3, 4, 5, ...}

SAYI DOĞRUSU
Doğal sayılar kümesinin elemanları sırası bozulmadan, bir doğrunun eşit aralıklardaki bazı noktaları ile bire-bir eşlenirse bu doğruya sayı doğrusu denir.

ONLUK SAYMA DÜZENİ

Sayı sistemimiz onluk sayma düzenine göredir. Bu düzende çokluklar birlik, onluk, yüzlük, binlik gibi gruplara ayrılır. Bir doğal sayıda bu grupların yerleri bellidir. Örneğin, 2543 sayısı içinde 3 birlik, 4 onluk, 5 yüzlük, 2 binlik vardır.


RAKAM

Ona kadar olan doğal sayıları gösteren işaretlere rakam denir.
Rakamlar kümesi : R = {0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9} olarak tanımlanır.
Onluk sistemde on tane rakam kullanılır.

BASAMAK DEĞERİ
Rakamların sayı içinde bulundukları basamağa göre aldıkları değerlere basamak değeri ya da bağıl değer denir.
Bir sayının rakamlarının basamak değerleri toplamı sayının kendisini verir.

SAYI DEĞERİ
Rakamların sayı içindeki basamak değerleri gözönüne alınmadan tek başına gösterdiği değere sayı değeri ya da mutlak değeri denir.

ÇÖZÜMLEME
Bir sayının içinde kaç tane birlik, kaç tane onluk, kaç tane yüzlük, kaç tane binlik, ... varsa bunları ayırarak toplam biçiminde yazmaya çözümleme denir.

2345 = 1000 + 1000 + 100 + 100 + 100 +
10 + 10 + 10 + 10 + 1 + 1 + 1 + 1 + 1

GRUPLAMA
Sayıları basamak değerlerinin toplamı biçimde yazmaya gruplama denir.


2345 = 2000 + 300 + 40 + 5 veya
= 2 binlik + 3 yüzlük + 4 onluk + 5 birlik

SAYILARIN ÜSLÜ BİÇİMDE GÖSTERİLMESİ

ÜSLÜ SAYILARIN OKUNUŞU

4 4 üssü 2 (4'ün karesi, 4'ün ikinci kuvveti)
5 5 üssü 3 (5'in kübü, 5'in üçüncü kuvveti)
3 3 üssü 4 (3'ün dördüncü kuvveti)

ÜSSÜN ANLAMI
Üs tabanın kendisi ile kaç kez çarpılacağını gösterir.

10 = 10 x 10 = 100
5 = 5 x 5 x 5 = 125
4 = 4 x 4 x 4 x 4 = 256
3 = 3 x 3 x 3 x 3 x 3 = 243
2 = 2 x 2 x 2 x 2 x 2 x 2 = 64

ÜSLÜ SAYILARIN ÖZELLİKLERİ

Bir sayıda üs yazılmamışsa üs 1 dir. 3=3, 7=7, 10=10, 15=15
Üssü 0 olan sayı 1'e eşittir. 80=1, 9=1, 160=1, 0=1
Üssü 1 olan sayı kendisine eşittir. 7=7, 1000=1000, 64=64, 1=1
1 sayısının bütün kuvvetleri 1'e eşittir. 1=1, 1=1, 1=1
Tabanları aynı olan üslü sayılar çarpılırken; ortak taban yazılır, üsler toplanıp bir tek üs olarak yazılır.

ÜSLÜ BİÇİMDE ÇÖZÜMLEME

Bir sayı üslü biçimde çözümlenirken basamak değeri 10'un üssü şeklinde yazılır.

5679 = (5 x 1000) + (6 x 100) + (7 x 10) + (9 x 1)
=(5 x 10) + (6 x 10) + (7 x 10) + (9 x 1)

DOĞAL SAYILARDA SIRALAMA

Sayı doğrusu üzerindeki her doğal sayı sağındaki sayıdan küçük solundaki sayıdan büyüktür. Doğal sayılar sıralanırken aralarına küçük ( < ) veya büyük ( > ) işareti konur.

Küçük < Büyük
Büyük > Küçük

< işaretinin sivri ucuyla gösterdiği sayı diğer taraftaki sayıdan küçüktür.






DÖRT İŞLEM


DOĞAL SAYILARDA TOPLAMA

AB = olmak üzere, (AB) kümesinin eleman sayısına toplama denir.
A={1,2} ve B={3, 4, 5} ise
s(A) + s(B) = s(AB) = 2 + 4 = 6
Toplama işleminde toplanan sayıların herbirine terim denir. İşlemin sonucuna da toplam denir.
Toplama işlemi, ileriye doğru saymanın kısa yoldan yapılışıdır. Aynı türden ve birimleri aynı olan çokluklar toplanabilir.

TOPLAMA İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ

KAPALILIK ÖZELLİĞİ
İki doğal sayının toplamı yine bir doğal sayıdır. Buna kapalılık özelliği denir.

3D, 4D için 3 + 4 = 7D dir.
9D, 13D için 9 + 13 = 22D dir.
aD, bD için (a + b)D dir.

DEĞİŞME ÖZELLİĞİ

Toplama işleminde terimlerin yerleri değiştirilirse toplam değişmez. Buna toplamada değişme özelliği denir.
3 + 5 = 8 = 5 + 3
aD, bD ise; a + b=b + a dir.

BİRLEŞME ÖZELLİĞİ

Toplama işleminde terimler ikişer ikişer gruplandırırsa toplam değişmez. Bu özelliğe
toplama işleminin birleşme özelliği denir.

3 + (4 + 6) = (3 + 4) + 6 3 + 10 = 7 + 6 13 = 13
aD, bD, cD ise (a + b) + c = a + (b + c) dir.

Çok terimli toplama işlemlerinde terimler kendi aralarında gruplandırılarak işlem kolaylığı sağlanır.

ETKİSİZ (BİRİM) ELEMAN

Sıfır ile bir doğal sayının toplamı o doğal sayıya eşittir.

5 + 0 = 5
0 + 6 = 6

Doğal sayılar kümesinde toplama işleminin etkisiz elemanı 0'dır.

DOĞAL SAYILARDA ÇIKARMA

A = {a,b,c,d,e} B = {d,e}
s(A) = 5 ve s(B) = 2 dir.
s(A) - s(B) = s(C)
5 - 2 = 3 olarak gösterilir. Burada 5 : eksilen; 2 : çıkan 3 : fark olarak adlandırılır.

B A ise A - B kümesinin eleman sayısına A ve B kümelerinin eleman sayılarının farkı denir. Bu farkı bulmak için yapılan işleme çıkarma işlemi adı verilir.

Çıkarma geriye doğru saymanın kısa yapılışıdır. Sağlaması; a-b=c ise a=b + c olacak şekilde yapılır. Çıkarma işlemi toplamanın tersidir.

ÇIKARMA İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ

Kapalılık özelliği yoktur. 5D ve 6D için; 5-6 doğal sayı değildir.
Değişme özelliği yoktur. 6D ve 2D için; 6-2=4D; 2-6 doğal sayı değildir.
Birleşme özelliği yoktur. 7-(5-2) (7-5)-2 7-3 2-2 4 0
Doğal sayılar kümesinde çıkarma işlemine göre etkisiz (birim) eleman yoktur. 3-0=3 olmakla beraber 0-3 3'tür.

DOĞAL SAYILARDA ÇARPMA

Elemanlarının sayısı bilinen A ve B kümeleri için s(A)=a, s(B)=b ve s(A ) x s( B)=m ise, m doğal sayısına a ile b'nin çarpımı denir. m=a x b biçiminde gösterilir. Çarpma işareti ( x ) ya da( . )' dır.


ÇARPMA İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ

KAPALILIK ÖZELLİĞİ

İki doğal sayının çarpımı yine bir doğal sayıdır. Bu özelliğe doğal sayılar kümesi çarpma işlemine göre kapalıdır denir.

DEĞİŞME ÖZELLİĞİ

Bir çarpma işleminde çarpanların yerleri değiştirilirse çarpım değişmez. Bu duruma çarpmanın değişme özelliği denir.

4 x 5 = 20 5 x 4 = 20 4 x 5 = 5 x 4'tür.
aD, bD için; a x b = b x a 'dır.

BİRLEŞME ÖZELLİĞİ

Çarpma işleminde terimler ikişer ikişer gruplandırılarak çarpılırsa çarpım değişmez. Bu özelliğe çarpma işleminin birleşme özelliği denir.

4D, 5D, 2D için
4 x (5 x 2) = (4 x 5) x 2 4 x 10=20 x 2; 40=40'tır.

ETKİSİZ (BİRİM) ELEMAN

Bir sayının 1 ile çarpımı kendisine eşittir. 1 sayısı çarpma işlemini etkilemez. 1 sayısına çarpma işleminin etkisiz (birim) elemanı denir.

1 x 5=5 5 x 1=5 5 x 1=1 x 5=5'dir.
aD için a x 1=1 x a=a 'dır.

YUTAN ELEMAN

Bir sayının sıfır ile çarpımı sıfıra eşittir. Bu nedenle 0 sayısına çarpma işleminde yutan eleman denir.

4 x 0=0 0 x 4=0 4 x 0=0 x 4=0 'dır.
aD için 0 x a=a x 0=0 'dır.

ÇARPMANIN TOPLAMA VE ÇIKARMA ÜZERİNE DAĞILMA ÖZELLİĞİ

aD, bD, cD için a x (b + c)=(a x b) + (a x c) ve
aD, bD, cD için a x (b-c)=(a x b) - (a x c) 'dir.
Bu özelliğe, çarpmanın toplama ya da çıkarma üzerine dağılma özelliği denir.

ÇARPMADA KOLAYLIKLAR


Bir sayıyı 10, 100, 1000, ... ile çarpmak için, sayının sağına bir, iki, üç, ... sıfır yazılır.

14 x 10 = 140
16 x 100 = 1600
22 x 1000 = 22000
7 x 10000 = 70000
Bir sayıyı 25 ile çarpmak için, sayı 100 ile çarpılır. Çarpım 4'e bölünür.


25 x 36=(36 x 100)/4=900

Bir sayı 50 ile çarpılırken, sayı 100'le çarpılır, çarpım 2'ye bölünür.


78 x 50=(78 x 100)/2=7800/2=3200

Bir sayı 5'le çarpılırken, sayı 10'la çarpılır sonra 2'ye bölünür.


89 x 5=(89 x 10)/2=890/2=445

Bir sayı 9'la çarpılırken, sayı 10'la çarpılır, çarpımdan sayının kendisi çıkarılır.

56 x 9=(56 x 10)-56, 560-56=504

DOĞAL SAYILARDA BÖLME


aD, bD ve b0 olmak üzere, a x b=c olarak şekilde bir c doğal sayısı varsa, c sayısına a'nın b'ye bölümü denir. a/b=c veya a:b=c olarak gösterilir.




BÖLMENİN SAĞLAMASI

Sağlama işlemi, Bölünen = (bölen x bölüm) + kalan eşitliğiyle yapılır.


Çarpma ve bölme işlemleri birbirinin tersidir.

BÖLME İŞLEMİNİN ÖZELLİKLERİ

Bölme işleminin doğal sayılarda kapalılık özelliği yoktur.

4D, 3D için 4/3=doğal sayı değildir.

Bölme işleminin doğal sayılarda değişme özelliği yoktur.

5D, 15D için, 15/5 5/15

Doğal sayılarda bölme işleminin birleşme özelliği yoktur.

(24/4)/2 24/(4/2) 6/2 24/2 3 12

Doğal sayılar kümesinde bölme işleminin etkisiz elemanı yoktur.

2/1 1/2 2 0,5

Bir doğal sayının 1'e bölümü kendisine eşittir.

aD için a/1=a dır. 1/1=1, 39/1=39, 3/1=3, 101/1=101

Sıfırın (0) bir sayma sayısına bölümü sıfırdır.

0/a=0 'dır. 0/4=0, 0/100=0, 0/15=0

0 hariç, bir doğal sayının kendisine bölümü 1'e eşittir.

aD için a/a=1 'dir. 6/6=1, 109/109=1, 10/10=1, 88/88=1

Bir doğal sayı sıfıra bölünemez.

5/0=tanımsız, 12/0=tanımsız

Bir sayıyı 10, 100, 1000 ... ile bölmek;


10'a bölerken bir sıfır silinir. 400/10 = 40
100'e bölerken iki sıfır silinir. 200/100 = 2
1000'e bölerken üç sıfır silinir. 3000/1000 = 3

Etiketler: , , , , , , ,

Hz. Muhammedin Hayatı

PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU

Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.

PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A GELDI

Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.

Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.

PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH

Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş ,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.

PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI

Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.

Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.

Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.

Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::

Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma bint-i Haris.

Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.

Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.

Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.

Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.

Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.

Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.

Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.

Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.

HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI

Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.

Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.

Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı.Sonra da söyle hitap etti:

``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah, Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.

Her canlı varlık ölecektir. Bende öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.

Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.

Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in yanında kaldı.

PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI

Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü.

PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI

Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.

PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI

Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.

KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI

Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.

Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere ediyorlardı.

Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.

Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;

Teklifine göre ,mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.

Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.

Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu.

Etiketler: , , , , , , ,

Türkiyenin iklim tipleri

TÜRKİYEDE İKLİM TİPLERİ


Türkiye kuzeydeki orta iklim tipleriyle,güneydeki subtropikal iklim tipleri arasında,geçiş bölgesi diyebileceğimiz orta iklim kuşağı içindedir.Ilıman iklimlerin etkili olduğu bir kuşakta bulunmakla birlikte, yüzey şekillerinin çeşitliliği,deniz düzeyine göre yükseklik,kıyıya koşut dağ sıralarının uzanışı,denize yakınlık ve uzaklık gibi sebeplerle Türkiye’de iklim,bazı bölgesel değişiklikler gösterir.Türkiye’nin genel iklim şartları,bölgelerimizin iklim özellikleri ve mevsimlik hava tipleri iki etken grubuna bağlıdır.
1-Küresel etkenler
2- Coğrafi etkenler

Türkiye’nin hava kütlelerine atmosferin genel sirkülasyon sistemlerine,siklonik etkinliğine cephelere ve atmosferin yüksek seviyelerindeki olaylara göre konumu küresel etkenler adı altında toplanır.

Türkiye 36-42 derece kuzey paralelleri arasında yer alan ve tümüyle Kuzey Yarı Küre’deki kıtaların batı kenarında görülen Akdeniz iklimi adı verilen bir makroklima alanı içinde ve bu iklimi oluşturan atmosfer olayların etkisindedir.Türkiye’nin bulunduğu kuşağın başlıca özelliği , yazın tropikal kökenli hava kütlelerinin , kışın nemli ve soğuk kutupsal hava kütlelerinin etkisi altında kalmasıdır.Ülkede yazların genellikle kurak ve sıcak,kışların soğuk ve yağışlı geçmesinin temel sebebi budur.Bu iki farklı hava kütlesi arasındaki kutupsal cephe , bu cephe boyunca meydana gelen siklonik etkinlikler ve bu etkinliklere bağlı yağış alanı yazın genel atmosfer sirkülasyonun yer değiştirmesine bağlı olarak, Türkiye’nin kuzeyine çekilir.Bu durumda Türkiye,yağış sağlayan cephelerden uzak kalır ve kurak makroklima alanına girer.(uzun yaz kuraklığı)Oysa kışın kutupsal cephe,güneye ilerleyen kutupsal hava kütleleri ile birlikte çoğunlukla Akdeniz üzerindedir.Bunun sonucunda,Türkiye Kutupsal hava kütlesinin etkisine girer, sıcaklık düşer,siklonik etkinliklerle yağış alır.

Coğrafi etkenler,Küresel etkenlerin belirlediği makroklima tablosunda bölgesel ve yöresel değişikliklere yol açarlar.Yükselti, dağların doğrultusu,yamaçların bakısı ve denize göre konum,Türkiye’nin iklim tipleri bakımından çeşitlenmesine yol açan, coğrafi etkenlerin başlıcalarıdır.

Bütün bu etkenlere bağlı olarak ülkede genellikle dört iklim tipi görülür.
1- Kuzeyde,her mevsim yağışlı Karadeniz iklimi;
2- Batı ve güneyde, yazları sıcak ve kurak ,kışları ılık ve yağışlı Akdeniz iklimi;
3- İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile Ergene Havzası’nın orta kesiminde , yarı kurak Bozkır iklimi
4- Doğu Anadolu’da , kışları çok soğuk ve uzun yazları az çok yağışlı karasal iklim.

Bunların dışında çeşitli coğrafi etkenler yüzünden birbirinden farklı bir takım geçiş iklim tipleri de vardır.




KARADENİZ İKLİMİ



Ülkenin kuzey kesiminde,kıyı boyunca uzanan bir şerit üzerinde etkisini sürdürür.Kıyıya koşut dağ sıralarında varlığı , bu şeridin geriye doğru genişlemesini sınırlar.Denizin etkisine bağlı olarak yazlar ılık , kışlar az soğuk geçer.Özellikle;Doğu Karadeniz kıyılarında kışların daha ılık geçtiği görülür.Bunda, Kuzey rüzgarlarını önleyen Kafkas Dağları’nın oluşturduğu doğal engel kadar,kış mevsiminde Karadeniz üzerinde oluşan alçak basıncın yarattığı ılık hava akımlarının da rolü büyüktür.Yıllık ortalama sıcaklık,yaklaşık 13 C –14 C ‘dir.Yıllık sıcaklıklarda batıdan doğuya doğru artışlar görülür.En soğuk ayın (ocak ve şubat) ortalama sıcaklığı 6-7 C’ , en sıcak ayın (temmuz-ağustos) ortalama sıcaklığı 22-23 C’ arasındadır.


Kıyı kesiminde zaman zaman yükselen sıcaklıklar,nem oranının fazlalığı,dolayısıyla havayı bunaltıcı duruma sokar.Yaz günleri,hava sık sık bulutlarla kaplanır.İlkbahar,kışın uzantısı gibi serin geçer.Yaz sıcaklıkları sonbaharda da sürer.Bu iklim tipinin görüldüğü alanda şimdiye kadar saptanan en düşük sıcaklık değeri -8 C’ (Zonguldak),en yüksek sıcaklık değeri 40,5 C’ (Zonguldak) dadır.

Karadeniz kıyılarında iklimin en önemli özelliği, her mevsimin yağışlı geçmesidir.Bu bölge Türkiye’nin en çok yağış alan kesimidir.Yağışlar Doğu Karadeniz’de özellikle Hopa ile Sürmene arasında en yüksek değerlere ulaşır.Yağış maksimumu sonbahar ve kış; minimumu ilkbahar sonu,yaz başlangıcına rastlar.Kıyı gerisinde yükselen dağların denize bakan yamaçları , kıyı kesiminde daha fazla yağış alır.kışın bu yamaçlar, yer yer kar örtüsü ile kaplıdır.Dağların güney yüzlerinde ve iç kesimlerindeyse yağış tutarları , İç Anadolu’yu andıracak biçimde azalır.Yağışlı günler sayısı bakımından ülkenin en yüksek değerleri Karadeniz kıyılarındadır.Yağışlı gün sayısı batıdan doğuya doğru artar.İç kesimlerinde ise oldukça azalır,kar yağışlı günler,kıyı kesiminde on günden az iç kesimlerde yirmi günden fazladır.

Ülkemizde bulutlu ve kapalı günler bakımından en düşük değere Karadeniz kıyılarında ulaşılır.Bağıl nem oranı % 77,rüzgar yönü kuzeybatı ve güneydoğudur.

Karadeniz iklimi nemlilik derecesine ve termik şartlara göre 3 alt tipe ayrılır.

1-Doğu Karadeniz iklimi (1000-2000 mm arasında yıllık yağış;en çok yağış sonbaharda ; Kışlar ılık)
2-Batı Karadeniz iklimi (Kışın ve yazın daha düşük sıcaklıklar; kıyılarda yüksek, iç kısımlarda az yağış)
3-Orta Karadeniz iklimi (Orta miktarda yağış;yaz kuraklığı kısa ama belirgin )


AKDENİZ İKLİMİ


Türkiye’nin batı güney kesimlerinde etkisini gösteren bu iklimin en önemli özelliği,yazların sıcak ve kurak , kışların ılık ve yağışlı geçmesidir.Akdeniz kıyılarındaki yüksek dağ sıralarının varlığı bu iklimin içerilere sokulmasını önler. Toros dağlarının oluşturduğu bu doğal engel , bir yandan kış mevsiminde tropikal havanın iç bölümlere geçmesine, öte yandan iç bölümlerdeki soğuk havanın kıyılara geçmesine olanak vermez. Dağların denize bakan yamaçlarına çarpan sıcak hava akımları, buralarda sürekli ve şiddetli yağışlara yol açar.Kıyı kesimi ise ilkbahar ve kış aylarında denizden gelen nemli hava akımlarına bağlı olarak , bol yağış alır.Yıllık ortalama sıcaklık yaklaşık 18 C ‘ dir . En soğuk ayın (Ocak) ortalama sıcaklığı 8-10 C’, en sıcak ayın (Temmuz) ortalama sıcaklığı 27-28 C’ arasındadır.Yazın zaman zaman sıcaklıklar 40 C’ üstüne çıktığı gibi ,kışında 0 C’ altına çok ender olarak iner.Bu iklimin etkisini sürdürdüğü şimdiye kadar saptanan en düşük sıcaklık değeri –8.4 C’,(Adana) en yüksek sıcaklık değeri 45 C’ dır (Adana)

Yıllık ortalama yağış tutarı genellikle 500-1000 mm arasındadır.Bu değerler,Toroslar’ın denize bakan yamaçları üzerinde , eteklerde yükseldikçe artarak 1000 mm’ nin üzerine çıkar.Toros dağları , özellikle Batı Toroslar, Türkiye’nin en fazla yağış alan bir başka kesimidir.Yağış maksimumu kış, minimumu yaza rastlar.

Yazlar özellikle temmuz ve ağustos ayları çok kurak geçer.Çok sıcak bu aylarda, yağış tutarları azalır.Yağışlı geçen kış mevsimini, yağış tutarı git gide azalan ilkbahar ayları, bunuda çok kurak geçen yaz mevsimi izler.Çok ender düşen kar, şiddetli geçen kışlar da ancak gerideki yüksek dağlar ve yamaçları üzerinde tutunur.Bu dağlar arasındaki çukur alanlarda ise yağış değerleri oldukça azalılr.Yağışlı günler sayısı,nemli Karadeniz kıyılarında oranla oldukça azdır.Kar yağışlı gün sayısıysa ortalama bir günü bile bulmaz.Kapalı günler bakımından en az değerlere Akdeniz kıyılarında erişilir.Bağıl nem oranı %66-69’dur.Rüzgar yönü genellikle kuzeydoğu,güneydoğu ve güneybatı dır.Ülkenin batısında Ege Denizi kıyılarında ve vadiler boyunca deniz etkisinin sokulduğu alanlarda ise , Akdeniz ikliminin biraz değişikliğe uğramış biçimi görünür.Batı Anadolu’da Gediz,Küçük Menderes ve Büyük Menderes ırmaklarının geniş vadi olukla- rıyla denizin etkisi iç kesimlere kolaylıkla sokulur.Burada da Akdeniz Bölgesinde olduğu gibi, yazlar çok sıcak ve kurak , kışlar ılık yağışlı geçer.Yaz mevsiminde zaman 40 C’ nin üstüne sıcaklıklar, kışın ancak kuzeyden gelen soğuk hava kütlesinin etkisine bağlı olarak düşer.Yağış maksimumu kışa , minimumu yaza rastlar.Sonbahar yağışları ilkbahar yağışlarından az farklıdır.Dağlık kesimlerde yağış değerleri oldukça fazlalaşır.

Akdeniz iklimi, Daha kuzeyde Marmara kıyılarında , yazların serinliğiyle kendisi belli eden daha değişik bir özellik taşır.Kışlarda , Ege ve Akdeniz kıyılarına oranla daha serin ve soğuktur.Yaz sıcaklık ortalamaları daha düşüktür.Yağış tutarları özellikle kuzeye doğru gittikçe artar.İklimi Akdeniz-Karadeniz iklimleri arasında bir geçiş tipi olan bu bölge , zaman zaman Balkanlardan gelen soğuk hava kütlesinin etkisi altında kalır.Bu sebeple kimi kışlar çok soğuk geçer.Kar yağışları daha sık görülür ve sıcaklıklar daha sık iner.


MARMARA GEÇİŞ İKLİMİ



Marmara bölgesinde yıllık ortalama yağış tutarı 600-750 mm arasındadır.Yağış maksimumu kışa, minimumu yaza rastlar.Güneyden kuzeye doğru gittikçe yağışların arttığı ve yaz kuraklığının hafiflediği görülür.Bulutlu gün sayısı Ege ve Akdeniz kıyılarından daha çok Karadeniz kıyılarından daha düşüktür.Bağıl nem oranı yaklaşık % 71-75 ‘dir.Rüzgar yönü genellikle kuzeydoğu (poyraz) ve güneybatı (lodos).Oldukça soğuk kışlar;kar yağışı ve don olağan , yaz kuraklığı kısa ve hafif.




İÇ KESİMLERİN BOZKIR KARASAL İKLİMİ


Yazları sıcak ve kurak , kışları sert ve uzun geçer.Sıcaklık koşulları bakımından karasal iklimin, yağış koşulları bakımından bozkır ikliminin özelliklerini taşıyan bu iklim tipi Ülkemizin iç kesimlerinde İç Anadolu ‘da , İç Batı Anadolu’da,Göller Yöresinde ve Güneydoğu Anadolu’ da egemendir.Yağış ve sıcaklık koşullarının özelliklerine göre bu iklim tipi sözü edilen bölgelerde farklılıklar gösterir.

İç Anadolu Bölgesi’nin Tuz Gölü çevresinde yağışların azlığıyla dikkati çeken Bozkır iklimi egemendir.Bu kesimde yıllık ortalama sıcaklık yaklaşık 11 C’dir.En soğuk ayın (ocak) ortalama sıcaklığın –0.3 C’dir, en sıcak ayın (temmuz yada ağustos) ortalama sıcaklığı 21-22 C’ arasındadır.Yazın 30 C’ nin üstüne çıkan sıcaklıklar kışın sık sık –5 C’ nin altına iner.Şimdiye kadar saptanan en düşük sıcaklık değeri –28.8 C’dir.(Konya) en yüksek sıcaklık değeri 40 C ‘ (Konya).Yıllık ortalama yağış tutarı 300-350 mm arasındadır.Yağış maksimumu kışa,minimumu yaza rastlar.Sonbahar yağışları, kış yağışlarının yarısı kadardır.Yaz yağışları ise, Akdeniz bölgesine oranla daha fazladır.Ülkemiz de yağışlı günler sayısının en az olduğu yer İç Anadolu Bölgesinin bu kesimidir.(60-75 gün) Kapalı gün sayısı Ege ve Akdeniz Bölgesinden daha fazladır.Bağıl nem oranı %60-64 rüzgar yönü genellikle kuzey ve kuzeydoğudur.Bu kesimden çevreye doğru gidildikçe Bozkır iklimi özelliğinin azaldığı, karasal etkilerin arttığı görülür. Yağışlarda az da olsa artışlar,sıcaklıklarda ise düşüşler başlar.Tuz gölünün çevresinde aylık ortalama sıcaklıklar 0 C’ nin altına inmemesine karşın , İç Anadolunun kenar bölgelerinde ortalama sıcaklıklar, ocak ayında 0 C’ nin altına iner.Şimdiye kadar ölçülen en düşük ve en yüksek sıcaklık değerleri de , Tuz gölü çevresindeki yerlere oranla kenar bölgelerde daha fazladır.Kenar bölgelerde saptanan en düşük sıcaklık değerleri -34.6 C’ (Sivas) en yüksek sıcaklık değerleri -40.7 C’ dir(Kayseri) İç Anadolu ya oranla daha dağlık ve engebeli olan ve ortalama yükseltisi 800-1000 m arasında değişen İç Batı Anadolu’da bu iklim,yağışların fazlalığıyla kendini belli eder.Geniş yer kaplayan yüksek düzlükler ve tepeler gerek Ege Bölgesinde, gerekse İç Anadolu bölgesinde daha çok yağış alır.Yıllık ortalama sıcaklık 10-12 C’ dir.En soğuk ay (ocak) ortalama sıcaklığı 0 C’ (-2 C’), en sıcak ay (temmuz) ortalama sıcaklığı 20-23 C’ arasındadır. Yaz mevsiminde 30 C’ nin üstüne çıkan sıcaklıklar,kış mevsiminde sık sık –10 C’ nin altına iner.İç Batı Anadolu’da şimdiye kadar saptanan en yüksek sıcaklık değeri 39.8 C’ (Uşak) , en düşük sıcaklık değeri -28.1 C’ dir(Kütahya).Yıllık ortalama yağış tutarı 450-550 mm arasındadır. Yağış değerleri çevredeki dağlık alanlara doğru artar.Yağış maksimumu ilkbahar yada kış,minimumu yaz mevsimine rastlar.Yaz yağışları Ege ve Akdeniz bölgesinden daha yüksektir.

İç Anadolu’nun güney batı kesiminde yer alan ve ortalama yükseltisi 800-900 m arasında değişen Göller Yöresinde , İç Batı Anadolu iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçiş iklim tipi görülür.Yörenin güney kesiminde yükselen ve 2500 mt. yi aşan dağlar, nemli deniz etkisinin iç kısımlara sokulmasına engel olur.Yıllık ortalama sıcaklık 11-13 C’ dir. Bu değer Akdeniz bölgesinde saptananlardan düşük, İç Anadolu’da saptananlardan yüksektir. En soğuk ayın (ocak) ortalama sıcaklığı 1-3 C’ , en sıcak ayın (temmuz-ağustos) ortalama sıcaklığı 22-24 C’ arasındadır. Yörede yazın zaman zaman 40 C’ ye yaklaşan sıcaklıklar, kışın -5 C’ nin altına iner.Şimdiye kadar saptanan en düşük sıcaklık değeri -22.9 C’ (Beyşehir) , en yüksek sıcaklık değeri 39.6 C’ dir(Burdur) yağış maksimumu kış , minimumu yaz mevsimine rastlar.Yaz kuraklığı Akdeniz bölgesinden daha hafiftir.Kış mevsiminde sık sık kar yağar. Bu özelliğiyle yöre , Akdeniz ikliminden ayrılır.Göller Yöresinde yağışlı gün sayısı , Ege veAkdeniz bölgesinden fazladır.Bağıl nem oranı yaklaşık %57-63 arasındadır. Rüzgar yönü genellikle güneydoğu ve kuzeydoğudur.Güneydoğu Anadolu bölgesinin alçak kesimlerinde (Urfa ve çevresi) Bozkır iklimi, yüksek yayla düzlüklerinde de karasal iklim egemendir.

Bölgede yazlar çok sıcak ve kurak , kışlarda Doğu Anadolu ya oranla daha soğuk geçer yıllık ortalam sıcaklık 14-18 C’ dir. En soğuk ayın (Ocak) ortalama sıcaklığı 1-5 C’ , en sıcak ayın ortalama sıcaklığı 27-31 C’ arasındadır. Yazın zaman zaman sıcaklıkların 45 C’ nin üstüne çıktığı görülür.Bölgede şimdiye kadar saptanan en düşük sıcaklık değeri -12.4 C’ dir(Urfa). Yıllık ortalama yağış 450-750 mm arasındadır. Yağış maksimumu kış , minumumu yaz mevsimine rastlar. Yaz kuraklıkları Akdeniz bölgesinde olduğu gibi belirgin ve uzun, yaz yağışlarıda yine bu bölgedeki gibi düşük- tür.Kuzey-Kuzeydoğudaki yüksek alanlarda ve Doğuda Mardin-Midyat eşiğinde artan yağışlar orta kesimindeki düzlüklerde azalır. Yağışlı günlerin sayısı, Akdeniz ve Ege kıyılarında olduğu gibi 80-90 gün arasındadır. Türkiye’deki bağıl nem bakımından en düşük değerler (Siirt % 50,Urfa % 48,Diyarbakır %53 ) bu bölgede görünür. Rüzgar yönü genellikle güneybatı,kuzeydoğu ve kuzeydir.

Etiketler: , , , , , , ,

Coğrafi keşifler ve nedenleri

ÇOĞRAFİ KEŞİFLER

Orta Çag'ın sonuna kadar Avrupalılare,dünyanın pek az yerini tanıyorlardı.Coğrafya bilgisinin artması ve gemicilikteki gelişmeler sonucu açık denizlere çıkan Avrupalılar,yeni kıtalar ve ülkeler keşfetmeye başladılar.İşte Avrupalıların 15.yüzyılın sonunda başlatıp 16.yüzyıl boyunca da devam ettirdikleri yeni yerler bulma girişimlerine Çografi Keşifler denir.

Keşiflerin Nedenleri:

Keşiflerin nedenleri arasında,doğu ülkeleriyle doğrudan ticare yapmak için yeni yolların aranması başta gelir.Orta Çağ'da Doğudan gelen ipek,baharat,altın,elmas,inci gibi değerli mallar,Avrupa'ya iki önemli yoldan ulaşıyordu.Bu yollardan birincisi,Çin'den başlayıp Karadeniz kıyılarına ulaşan İpek Yolu'ydu.Bu yol Türklerin elindeydi.İkinci yol olan Baharat Yolu ise Hindistan'dan başlıyor,bir kolu Basra Körfezi
'ne ulaşıyor,diğerkolu ise Mısır ve Suriye limanlarında sona eriyordu.Türk ve Müslüman tüccarların bu yolları izleyerek Hindistan ve Çin'den getirdiği mallar,Venedik ve Cenevizliler tarafından Avrupa'ya ulaştırıyorlardu.Bu ticaret sayesinde doğu ülkeleri oldukça zenginleşmişti.Ancak bu mallar birkaç el degiştirdiği için Avrupa'da çok pahalıya satılıyordu.
Avrupalılar,dogu ülkelerinin içinde bulundugu zenginlik ve bolluk hakkında abartılı bilgiler edinmiştir. Özellikle, Venedikli gezgin Marko Polo ' nun esarinde okudukları hikayeler, Avrupalılarda dogu ülkelerine karşı büyük ilgi ve merak uyandırmıştır.
Orta Çag'da Avrupalıların dünya hakkındaki bilgileri çok azdı. Avrupalılar, Haçlı seferleri sırasında Müslümanların cografya bilgisinden yararlandılar ve dünya'nın yuvarlakoldugunu ögrendiler.Bunu sonucunda var olan haritaları geliştirip daha dogru haritalar yaptılar. Pusula kullanımının yaygınlaşması , gemicilerin deniz ve okyanuslara güvenle açılmalarını sagladı. Gemicilik tekniginin ilerlemesi ile 15. yüzyıldan itibaren açık denizlere dayanıklı ve büyük gemiler yapıldı. Bu da keşiflerin başlamasında önemli bir etken oldu.

KEŞİFLERİN SONUÇLARI

Cografi keşiflerin dünya tarihinde çok önemi, sosyal , siyasi ve ekonomik sonuçları oldu.
Bulunan yeni ticaret yolları nedeniyle Akdeniz limanları, İpek ve Baharat yolları eski önemini kaybetti.Atlas Okyanusu kıyısındaki bazı limanlar hızla gelişti ve büyük birer ticaret merkezi haline geldi.
Coğrafi keşifler sonuçu, Amerika'da bir çok eski uygarlığın olduğu öğrenildi. Keşfedilen yerlerden bol miktarda altın ve gümüş gibi değerli madenler ile çeşitli ham maddeler Avrupaya taşındı. Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşti ve güç kazandı. Burjuvalar , soyluların topraklarını satın almaya başladılar. Böylece , soylular eski güçlerini ve ayrıcalıklarını kaybettiler.
Avrupalı devletler keşfettikleri yerleri egemenliklerine alarak sömürge imparatorluklarını kurdular. Keşif seferleri düzenlenen ülkelerin kaynaklarından yararlanan Avrupanın denizci ülkeleri kısa sürede zenginleşti. Zenginleşen ailelerin , kültür ve sanat hareketlerini desteklemeleri rönesansın başlamasında etkili oldu.
Yeni dünyaya özgü bazı ürünler (tütün ,patates, domates, şeker kamışı, vanilya, kakao vb.) Avrupaya ve oradanda dünyanın diğer bölgelerine yayıldı. Keşfedilen ülkelerde Hristiyanlık dini yayıldı. Ancak Avrupada da kiliseye ve din adamlarına olan güven azaldı. Çünkü kilise ve din adamları, dünyanın düz olduğu vb. birçok yanlış bilgiyi savunmuşlardı.
Başta Amerikaya olmak üzere, keşfedilen yerlere Avrupadan yoğun göçler oldu. Bu göçler sonuçunda Avrupa kültür ve uygarlığı daha geniş bir alana yayıldı.



COĞRAFYANIN TARİHÇESİ VE GELİŞMESİ

İLK COĞRAFYACILAR
Coğrafya en eski bilim dallarından biri sayılır. İlk çoğrafyacılar eski Yunanistanda ortaya çıkmışlar, o çağda çoğrafyaya ''doğa tarihi" yada "doğa felsefesi" denilmiştir. Gerçektende ,Miletoslu Thales ve Heredotus gibi eski Yunan coğrafyacılarının çoğu , aslında birer tarihçi ve felsefecidir. Coğrafyayla ilgili yapıtlarıda daha çok çevrelerineilişkin bilgileri içerir. Coğrafya sözcüğü , yunanca "yerin betimlenmesi" anlamına gelen sözcüklerden türetilmiştir.
Eski Yunanlılar, o dönemde bilime batı dünyasına , özelliklede Akdenizin doğu kesimine egemen olup , ticaret yapmak , yeni Ticaret merkezleri kurmak için denizlere açılmış , denizlere açılan Yunanlı denizçiler havanın açık olması önemli olduğundan hızlı ve güvenli yolculuklar yapa bilmek için rüzgarlarıda incelemişlerdir. Coğrafyanınbir bilim dalı haline gelmesine en önemli etkenlerden biri , eski Yunanlıların gözlemlerini ve düşüncelerini yeni kuşaklara aktarmak için kağıda dökmüş olmalarıdır. Bu konuda Mısırdaki Nil ırmağını , Taşkınlarını , deltasındaki değişmelerini anlatan incelemeler önemlidir. İ.Ö.V. yy 'da Heredotos, ilk çağlayanına kadar bir yolculuk yaptığı Nil ırmağını Kitabında anlatmış ve Nilin kaynağı konusundaki varsayımını ortaya koymuştur. Eski Yunanlılar genel olarak yer ile ilgili çalışmalarda yapmışlardır. Dünyanın yuvarlak olduğunu ilk anlayan kişilerden Aristoteles (İ.Ö.IV. yy.) bu yargıya felsefi akıl yürütme ve astronomi gözlemleri yoluyla ulaşmıştır. Dünyanın yuvarlaklığı düşüncesini İskenderiye kütüphane yöneticisi Eratosthenes de desteklemiş dünyanın ölcülmesi üstüne adlı yapıtında boylam yayını ölçerek elde ettiği dünyanın cevresinin uzunluğunu vermiştir. Rodoslu astronom Hipparkhos (İ.Ö.II. yy.) dünyadaki yerlerin konumunu belirlemek için ,günümüzde kullanılan enlem ve boylamların öncüsü olan cizgiler sistemi değiştirmiştir.
Strabon (İ.Ö. 63-İ.S,21),Cografya adlı 17 ciltlik yapıtında, Galya ve İngiltere'den İran'a , Karadeniz'den , Etopya'ya kadar yolculuklarını anlatmıştır. Dolaştığı bölgeler ve bu bölgelerde yaşıyan insanlarda ilgili betimlemelerinde atlamalara , yanlışlıklara raslanırsada , betimlemelerini kalıcı olmayan , yapay olarak çizlmiş siyasal sınırlar içinde değil , dogal sınırlar (sıra daglar , akarsular gibi) içinde ele aldığı için bölgesel coğrafyanın kurucusu sayılmaktadır.
İskenderiyeli Ptolemaios (İ.S 100-170) eski coğrafyacıların en ünlüsüdür.Bölgeleri boyutlarına göre sıfıflandıran , ayrıntılı alan incelemeleri yaparak fiziksel coğrafyayı sistemlemiştir.Eldeki bilgileri değerlendirerek çizdiği ve dünyanın o dönemde bilinen bölümünü içeren haritası gerçeğe çok yakındır. 8 ciltlik Coğrafya Rehberi adlı yapında bilinen bütün yerlerin listesi, kendi bulduğu yönteme göre belirlediği enlem ve boylamlarıyla belirtniştir.

KEŞİFLER ÇAĞI.

Haçlı seferleri sırasında Avrupalılar , Avrupa dışındaki "dünya"yla ilgilenmeye başladılarsada , dünyanın bilinmeyen yerlerinin tanınmasına , Coğrafi betimlemeler yapılmasına , haritalar çizmesine ilgi , özellikle Rönesansta , "keşifler çağı" diye adlandırılan dönemde Bartolomu Diaz , Vasco De Gama ve Kristof Kolombun XV. yy. sonundaki gezileri sayesinde canlandı.
Daha 1507'de Alman haritacı Martin Waldseemüler (1470 d. 1521'e d. ) Kuzey ve Güney Amerikayı içeren bir dünya haritası çizdi. Yen, dünya için "Amerika" terimi ilk kez bu harita üstünde kullanıldı. 15 yıl sonra Ferdinand Magellanın yol arkadaşları , dünyanın cevresini dolaşar yuvarlaklığını kanıtladılar. Bu bilgi bazı ölcüm ve gözlemlerin daha doğru yapılmasını sağladı ; Hollandalı Gerardus Mercator gibi yeni kuşak haritacıların yetişmesine yol açtı. Mercator , daha önce yapılanlara oranla çok daha doğru olan bir dizi harita yayınladı. Bunların arasında özellikle , meridyen ve paralelleri birbirini dik kesen harita izdüşüm sistemini (sonradan adı verildi) kullanarak çizdiği ünlü deniz yolları haritası (1569) da vardı.Ama coğrafyayı bir bilim dalı olarak canlandıran , Bernhardus Varenius (1622-50)oldu. Geographia Generalis (Genel Coğrafya , 1650)
adlı yapıtında bölgesel coğrafya kavramını ortaya attı. Yeryüzünü etkiliyen rüzgar , deniz , vb. etmenleri ele alıp, nedenlerini ve etkilerini açıklamaya çalıştı. Yapıtı 150 yıl süreyle temel çoğrafya kitabı olarak kullanıldı. Kant , Goethe ve Montesquieu gibi XVIII.yy. filozof ve yazarların , insan ile cevrenin karşılıklı etkileşmesini konu alan beşeri coğrafyayla ilgilendilersede , coğrafyanın gelişmesi XIX.yy. a kadar durdu ve coğrafya , bir ölcüde , yer bilimi özdeşleştirildi.

Etiketler: , , , , , ,

 
Ödev Siteleri egitimhit.com/ http://www.ders.org/toplist/ ktunnel google adwords reklam sexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsex