ÖDEV SİTESİ

9 Ekim 2007 Salı

Oliver Twist Kitap Özeti

KİTABIN ADI : Oliver Twist
KİTABIN YAZARI : Charles Dickens
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Sosyal Yayınlar Cağaloğlu/İstanbul
BASIM YILI : 1989

KİTABIN KONUSU

Bir yetimhanede dünyaya gelen Oliver Twist’ in hayatı anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ

Oliver Twist bir yetimhanede dünyaya gelir. Yetimhane müdürü bay Bumble, ona adını koyar. Çocukluğunu bayan Mann’ ın yanında geçirir. 11 yaşındayken bay Sowerbery’nin yanına evlatlık verilir. Bay Sowerbery cenaze işleriyle uğraşan biridir. Oliver burada kendini mutlu hissetmez ve evden kaçar. Yedi günlük yorucu bir yolculuktan sonra Londra’ya gelir. Aç ve yorgun olan Olİver Londra’da Jack Dawkıns ile tanışır. Jack Oliver’e yardım eder, kalması için onu kendi kaldığı yere getirir. Burada fagın ve arkadaşlarıyla tanışır. Bu Oliver’in hayatındaki dönüm noktasıdır. Farkında olmadan hırsız çetesinin içinde kendisini bulmuştur. Bir gün Dawkıns hırsızlık yaparken Oliver paniğe kapılır, kaçmaya başlar. Mendilinin çalındığını anlayan Brownlow, Olıver’dan şüphelenir ve onu yakalar. Oliver bütün hayatını Brownlow’a anlatır. Brownlow ona acıyıp ailesini bulabilmesi için yardım edeceğine söz verir. Oliver’ın dürüst biri olup olmadığını anlamak için brownlow onu bir kitapçıya yüklü bir parayla kitap almak için göndererir. Yolda Fagın’ın arkadaşı olan William Sikes onu kaçırır ve Fagın’e getirir. Fagın, Oliver’ı tamamen ele geçirebilmek için suç işlemesi gerektiğini bilmektedir. Bunun için William’ın yapacağı bir soyguna Oliver’ın da katılmasını ister. Hırsızlığın yapıldığı gece Oliver pencereden içeri girerken evin hizmetçisi tarafından vurulur. William ve arkadaşları kaçmaya başlar. Oliver’ı evin yakınlarındaki bir hendeğe bırakıp oradan uzaklaşırlar. Oliver iki gün sonra kendine geldiğinde, yarı baygın şekilde en yakındaki eve gider. Burası iki gün önce soyulan evdir. Ev halkı dr Losborn’u çağırır. Dr. Losborn Oliver’ın hayat hikayesini dinler ve ona yardım etmek için elinden geleni yapar. Yaptığı araştırmalar sonucu Oliver’ın asil birinin oğlu olduğunu ve kendisine büyük bir mirasın kaldığını öğrenir. Oliver için bütün kötü günler geride kalmıştır. Artık her şey yoluna girmiştir. Mutlu bir hayat onu beklemektedir.

KİTABI ANA FİKRİ

Hayat ne kadar zor olursa olsun; inandıktan ve hayata dört elle sarıldıktan sonra aşılmayacak engel yoktur. Bugün olmazsa da yarın her şey yoluna girecektir.

KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Olaylar Victoria Dönemi İngiltere’sinde geçmektedir. Oliver, kitabın baş kahramanıdır. Olaylar karşısında her zaman kişiliğini korumuştur. Bay Bumble, yetimhane müdürüdür. Kendi çıkarları için her şeyi yapan biridir. Doktor Losborn, iyi kalpli, yardımsever biridir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

19ncu yy. İngiltere’sindeki toplumsal çatışma çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Kitap tefrikalar halinde yayınlanıp bir araya toplandığından olaylar arasında kopukluk vardır.

KİTABI YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ


Charles Dickens 7 Şubat 1812 tarihinde Portsmouth ‘da doğdu. 9 Haziran 1970’de Grad’s Hill’de öldü. Victoria Dönemi’nin en büyük İngiliz yazarlarındandır. Romanlarında sanayi devrimi sırasında geniş kitlelerin çektiği acıları ve yoksullukları gerçekçi bir bakışla anlatmıştır.

Başlıca eserleri;

• Oliver Twist

• Antikacı Dükkanı

• Dombay ve Oğlu

• Oyunlar ve Şiirler

• Büyük Ümitler’ dir.

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Mai ve Siyah Kitap Özeti

KİTABIN ADI : Mai ve Siyah
KİTABIN YAZARI : Halid Ziya Uşaklıgil
YAYINEVİ : İnkilap Ve Aka Kitapevleri
BASIMYILI : 1980

Kitabın Konusu

Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi.

Kitabın Özeti

Ahmet Cemil,babasının ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey de gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.
Ali Şekip ,Hüseyin Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi kendisini kıskanan,arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde birşeyler yapacağına inanır . Bir yandan , Ahmet Cemil ,bu sarı , uzun saçlı, mavi gözlü ,kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı sever.Tek kaygısı onunla evlenmek,ona layık bir yuva kurabilmektir.Fakat bu mümkün olabilir mi? Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder.
Okulu bitirdikten sonra ,zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir.Evlerine gittiğin öğrencilerin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır.Ekmeğini kazanır ama, neler pahasına! Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir . Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince , bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler.Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister , ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur.
Ahmet Cemil, günün birinde “Mirat-I Şuun” adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene girer. Hatta ,gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil’in kız kardeşi İkbal’le evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önce birbirlerini tanımadıkları için bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen , küstah bir kimsedir. Öyle alçak bir heriftir ki, karısı hamile olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil bu adiliklere dayanamaz .Gülle dokunmaya kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz. Bir gece, Vehbi, İkbal’I öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip’in dükkanına kendini atar. Ali Şekip’e anasınden aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak gerekmektedir.Hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün pençesinden kurtaramaz.
Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı evlendiriyorlardır.O zaman Ahmet Cemil Lamia’ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia’nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür.Ama yoksulluğu, işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer.
Önce kardeşi, sonra Lamia… Geriye ne kalmıştır?Eseri mi?Genç adam,bütün ömrürünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde yaşlar,ağzında acı bir lezzetle seyreder. O esrin bir anlamı kalmamıştır artık.
Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu’da bir görev alıp gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepe başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda,güneşten, hayatın biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçarak,sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat, yuvarlanıp gidecektir.

Kitabın Anafikri

İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli,hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi

Ahmet Cemil : Başarılı bir lise hayatı sürerken,son sınıfta babasını kaybeder ve hayat mücadelesine çok erken başlar.Amacı şiire başka bir yön vermek iken babasının ölümü herşeyi alt üst eder.Hayalleri olan bir gençtir.Babasının ardından kızkardeşi İkbal’in ölümü,son olarak da yakın dostu olan Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’nın evlenmesiyle tüm hayalleri yıkılır.

Hüseyin Azmi : Ahmet Cemil’in en yakın dostudur.O da Ahmet Cemil gibi şiire düşkündür.İlbal’in ağabeyidir.
İkbal : Ahmet Cemil’in kızkardeşidir.Özellikle babasının ölümünden sonra annesine ve ağabeyine bağlılığı artmıştır.
Lamia : Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşidir.Güzel ve alımlı bir genç kızdır.Ahmet cemil’in kendisine olan aşkından hebersizdir.

Yazar Hakkında Bilgi

Halid Ziya Uşaklıgil

İstanbul’da doğdu.İstanbul’da başladıgı öğrenimini İzmir’de tamamladı. Öğretmenlik yaptı,çeşitli memurluklarda bulundu. Edebiyat hayatına 1884’te atıldı..Geniş bir kültüre ve bilgiye sahipti.Servet-i Fünun edebiyatının nesir alanında en güçlü kalemi oldu.Türk edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul edildi.Romanlarındaki konularda çoğunlukla aydınlar arasından şeçtiği halde, hikayelerinde daha çok halkın yaşayışını konu olarak seçmiştir.

Eserleri

Romanları
-NEMİDE
-BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ
-SEFİLE
-FERDİ VE ŞÜREKASI
-AŞK-I MEMNU
-KIRIK HAYATLAR

Hikayeleri

-BİR YAZIN TARİHİ
-SOLGUN DEMET
-SEPETTE BULUNMUŞ
-HEPSİNDEN ACI
-AŞKA DAİR
-ONU BEKLERKEN
-İHTİYAR DOST
-KADIN PENÇESİ

Oyunları

-KABUS
-FÜRUZAN
-FARE

Anıları

-KIRK YIL
-SARAY VE ÖTESİ
-BİR ACI HİKAYE

Sanat ve Edebiyat Üzerine
-SANATA DAİR

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Miskinler Tekkesi Kitap Özeti

KİTABIN ADI : Miskinler Tekkesi
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri GÜNTEKİN
YAYIN EVİ ve ADRESİ: İnkılap Kitabevi Yayın Sanayi
BASIM YILI : 1999

Kitabın Konusu

Kitap, Türkiye’deki dilencilerin dünyasını ve cahil hocaları başarıyla tasvir eder. Yazarın en dikkate değer eserlerinden biridir. Padişah II.Mahmut dönemi ileri gelenlerinden olup padişaha yakınlığıyla tanınan Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’ nın torununun hayatı üzerine kurulmuş bir kitaptır. Padişahın ekmek kırıntılarının kat kat işlemeli bohça ve sedef kutularda saklandığı bir ortamda, padişah dilencisi bir dedenin torunu olan ve hem meşrutiyet hem cumhuriyet dönemlerinde yaşayan roman kahramanı, bir çeşit soya çekimle dilenciliği meslek edinir.

Kitabın Özeti

Küçük yaşlarda ev halkının kızmasına rağmen dilenci taklidi yapmasıyla başlayan dilencilik özentisi, ona hayatının sonuna kadar götürür. Çocukluğunda oyunlar oynamayı sevmeyen, oturduğu yerden kalkmak istemeyen bir yapıya sahipti.
Korkak pısırık bir kişi olan daha sonra yaş onyedi onsekiz olunca delikanlılığında verdiği cesaretle, biraz havalanıyor. Kolalı gömlekler, ütülü pantolonlar giyip dışarı çıkıyor, ama yine de rüyasında kendisini Don Kişot gibi görmekten alamıyor. Evine giren hırsızı yakalayıp polise teslim ediyor, piyangodan çıkan parayla babannesinin borçlarını kapatıyor, gibi rüyalar biraz daha cesaretlendiriyor.

Mahallesinde çıkan yangında içeridekileri kurtarmaya gitmek istiyor fakat bacısı izin vermiyor.Bunlar umursamaz bir tavırla evde oyun oynamaya başlıyorlar, arada bir yukarı çıkarak yangının sönüp sönmediğine bakıyorlardı. Ama sabaha karşı evlerinin de yanmasına mani olamadılar.

Burdan başka bir mahalleye taşınırlar. Yeni evleri eski evleri kadar güzel olmamasına rağmen tek tesellisi bir görüşte aşık olduğu komşu kızı Mesrure’ dir. Mesrure’ yi evin bir köşesinden izliyor, ama bir türlü cesaretini toplayamıyordu. Biraz da korkuyordu. Çünkü kafası çok büyük olduğu için mesrure’ nin cevabının ‘hayır’ olabileceği endişesi vardı. Mesrure’ nin babası aile dostu olmaya başladı. Akşamları evlerine gelir, oturur, muhabbet ederlerdi. Mesrure’ nin babası şiiri çok severdi. Ve arada bir dörtlükler okuyordu. Babasını etkilemek için kendini şiire adamıştı. Mesrure’ nin babası şiir okumaya balayınca o da sonunu getiriyordu. Babası gerçekten etkilenmişti. En sonunda dadıların da aracılığıyla Mesrure’ ye teklif götürdüler. Sonunda kabul etti. Ama meşrutiyet inkılabının olduğu yılda, dayısı yüzünden evleri dağılır. Büyükannesi ve bacısıyla birlikte başka bir eve taşınırlar. Babaannesini kaybeder. Artık evden ayrılma zamanı gelmiştir. Sakallı Talat diye biriyle tanışır, arkadaşlık kurar. Talat memurdur. Talat’ ın tavsiyesiyle Zeynep Hanım Konağı’ nda eğitim almaya başladı. Edinmiş olduğu çevre yüzünden Sinop’ a gönderilir. Salıverilmesiyle, kendisine kalacak bir yer bulup burayı arzuhal ve köylü mektupları yazmaya başlar.

Düşüncesiz bir şekilde İstanbul’ a döner. Talat’ la tekrar karşılaşır. Talat yine elinden tutar ve bir iş bulur. Mektepte yazı hocalığı ve katiplik yapacak, mektepte kalacaktı. Askerlik yaşı glmişti. Ama bütün yoklamalarda kafası büyük olduğu için sorun çıkıyordu. Bugün git yarın gel diyorlardı. Sonradan askere de alındı ve Mısır’ a yolculuk başladı. Yolculukta kargaşa çıktı ve yürüyerek memlekete geri dönmeye başladı. Yürüye yürüye Konya’ ya geliyor, kendini biraz toplayarak İzmir’ e hastaneye gidiyor hiç parası kalmadığı için taburcu bile edilemiyor. Hastane müdürü, ölmüş bir kişinin elbselerini vererek taburcu eder. İzmir işgal altında olduğu için tütün deposunda kalıyordu. Günleri artık çok daha kötüye gidiyordu. Cami önünde beklerken kadının birinden ilk sadakasını alıyor. Bu parayla akşama yiyecek alıyor ve kaldığı yere götürerek oradakileri sevindiriyor.
Dilenciliğe başlamasıyla kazanci bayağı artıyor. Artık doktorlara büyük belediye memurlarının maaşına yaklaşmaya başlamıştı. Kendine bir ev bile tutmuştu. Arap komşuları vardı çevresinde. Kaldığı yerdeki Arap komşuları, sabah erkenden çıkıp akşam geç dönmesini merak etmişler, iş arıyorum cevabını almışlardır. İş istediği yerlerden aldığı cevaplar üzüyor fakat yılmıyordu. Sonunda dilediği oldu ve iş buldu. Sevinçliydi. Çünkü başkaları gibi çalışarak ekmeğini kazandığı gündü.

Kitabın Ana Fikri

‘İnsan yedisinde ne ise; yetmişinde de o olur’ derler, ama insanın ne olursa olsun, her türlü durumda kendini bırakmamalı, hayata iki elle sarılmalıdır.

Kitap Hakkında Şahsi Görüşler

Kitap okumaya değer bir kitap olarak Türk eserler kitaplığında yerini almıştır. Olaylar gerçeğe yakın, kişileri çok mükemmel şekilde tahlil etmiştir. Bu yönüyle kitap çok akıcı ve sürükleyici bir hale gelmiştir. Kitaptan gerçekten de memnun kaldım ve tavsiye etmekteyim.

Yazar Hakkında Kısa Bilgi

1889 yılında İstanbul’ da doğan Reşat Nuri GÜNTEKİN, ilk öğrenimini Çanakkale’ de yaptı.Çanakkale İdadisi’ nde, Mekteb-i Sultani’ de (Galatasary Lisesi) ve İzmir’ de bir Fransız okulunda okudu. 1912’ de Edebiyat Fakültesini bitirdi.
1916-1919 yılları arasında İstanbul’ da Vefa ve Erenköy Liseleri’ nde öğretmenlik yaptı. 1931’ e kadar çeşitli liselerde Türkçe, Fransızca, edebiyat, felsefe ve pedagoji dersleri verdi. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi oldu. 1939’ a kadar Anadolu’ yu dolaştı.
1939 –1943 yılları arasında Çanakkale milletvekili, 1950’ de Paris’ te kültür araşesi ve Türkiye’ nin UNESCO temsilcisiydi. 1954’ te emekli oldu. İstanbul Şehir Tiyatroları edebi kurul üyeliğine seçildi. 1956 yılında aralık ayında tedavi için gittiği Londra’ da kanserden öldü.

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Kaşağı Kitap Özeti

KİTABIN ADI : KAŞAĞI
KİTABIN YAZARI : ÖMER SEYFETTİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ : ŞAFAK YAYIN EVİ İSTANBUL
BASIM YILI :1997

Kitabın Konusu

Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti

Annesi, İstanbul’a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur.

O vakit Dadaruh, onu Tosun’un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir,

- Hadi yap! Der.

Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı.
Her sabah ahıra gelir gelmez,

- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp,

Tosun’un yanına koşar, karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz.

- Sanırım acıtıyor? Diye düşünür.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh’a yanına çağırınca çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar.Dadaruh,

- Bilmiyorum, der.

Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der.

Babası Hasan’I çağırır.

-Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar.

Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak,

- Ben kırmadım, der.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirir.

- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırır.

Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz.Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez.
Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul’a gider.Hasan’a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı. Doktor “Kuşpalazı” der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz.Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk ağlamaya başlar.Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan’ın hayali gözünün önüne gelir “İftiracı! İftiracı!” diye karşısında ağlar.Pervin’i uyandırır. Hasan’ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler.Yarın söylersin, der.Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırır.Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.

Kitabın Ana Fikri

Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi

Büyük çocuk : Hasan’ın abisidir.babasından çok korkar.Atları çok sever.

Hasan : Küçük kardeştir.O da babasından çok korkar ve atları çok sever.Geçirdiği hastalık ölümüne sebep olur.

Dadaruh : Evin seyisidir. Bütün zamanını atlarla geçirmekyen çok zevk alır.İki çocuğu da çok sever.

Pervin : Evin hizmetçisidir. Çok yumuşak kalplidir ve herşeyi açıkça söyler.Bir o kadar da sulugözdür.

Baba : Çocuklarının üzerinde büyük bir otorite sahibidir. Çocukları onu çok sever ama ondan çok korkarlar.

Kitap Hakkında Şahsi Görüşler

Yazar olayları ve yer betimlemelerini çok güzel ve yerinde yapmıştır.Akıcılığı sağlamış, okuyucuyu sıkmadan akıcı bir şekilde okuyabilmesi için bütün imkan ve kabiliyetlerini sergilemiştir.

Yazar Hakkında Bilgi
Ömer Seyfettin, yazı ve öyküleriyle dilde sadeleşme hareketinin öncülüğünü yaparak yeni bir edebiyat akımının oluşumunu sağlayıp, Türk öykücülüğünde kısa öykü türünün dil, anlatım tekniği ile tematik yönden ilk özgün örneklerini vermiştir. Aynı zamanda ulusal edebiyat akımını başlatan yazarlardan olan Ömer Seyfettin 28 Şubat 1884′te Gönen’de doğdu. Öğrenimine, dört yaşında iken, Gönen Mahalle Mektebi’nde başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul’a gelince (1892), ilköğrenimini özel bir okul olan Aksaray’daki Mekteb-i Osmani’da sürdürdü. Babasının isteği üzerine, Eyüp baytar Rüştiyesi’nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazıldı (1893). Buradaki eğitiminden sonra (1896), Edirne Askeri İdadisi’ni (1900) ve İstanbul Mekteb-i Harbiye’yi bitirdi. 22 Ağustos 1903′te piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının çıkardıkları “Genç Kalemler” dergisinin kadrosuna katıldı. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrıldı (14 Eylül 1914). Kısa bir süre “Türk Sözü” dergisinin başyazarlığını yaptı. lan Calibe Hanım’la evlendi (1915). Eylül 1918′de eşinden ayrıldı. 6 mart 1920′de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi’nde şeker hastalığından öldü. Kadıköy Kuşdili’ndeki Mahmut Baba Türbesi mezarlığına gömüldü. 1939′da, kemikleri Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki Asri Mezarlık’a taşındı.

Eserleri

Romanları


Yaşadığı yıllarda yayınlanan üç romanı ( Ashab-ı Kehfimiz, Efruz Bey, Yalnız Efe, 1919) onun bu alanda yarım kalmış denemeleri olarak sayılır.
“Fantezi roman” olarak nitelendirilen Efruz Bey; 1908′den Mütareke yıllarına kadarki süreci, aydın kişilerin eleştirisi ekseninde yansıtır. Dönemin aydın hastalıklarını, siyasi akımların yanlış yönsemelerini toplumsal eleştiri bağlamında, yeni bir roman tekniğiyle verir.

Yarın kalan romanı Yalnız Efe, destansı bir nitelik taşır. Konusunu bir halk menkıbesinden almıştır. Dönemin toplumsal ortamında, yapılan haksızlıklara başkaldırarak silahlanıp dağa çıkan -kız kahraman- Yalnız Efe’nin kişiliğinde Türk halkanın direnme gücünü göstermeye çalışmıştır.

Yapıtları

Öykü :
Harem, (u.ö.), 1918; Yüksek Ökçeler, (ö.s.), 1923; Gizli Mabet, (ö.s.), 1923; Bahar ve Kelebekler, (ö.s.), 1927.

Bütün Eserleri, temalarına göre bir araya getirilen basım: Efruz Bey, 1970; kahramanlar, 1970; bomba, 1970; Harem, 1970; Yüksek Ökçeler, 1970; Yüzakı, 1970; Yalnız Efe, 1970; Falaka, 1970; Aşk Dalgası, 1970; Beyaz Lale, 1970; Gizli Mabet, 1970.

Etiketler: , , , , , , , , ,

Kiralık Konak Kitap Özeti

KİTABIN ADI : KİRALIK KONAK
KİTABIN YAZARI : YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
YAYINEVİ VE ADRESİ : İLETİŞİMYAYINLARI CAĞALOĞLU, İSTANBUL
BASIM YILI : 20. BASKI 1999, İSTANBUL

Kitabın Konusu

Kitapta nesiller arasındaki çatışma yansıtılmıştır. Nesiller arasındaki uçurumdan ve hızlı değişimin getirdiği ahlak buhranı anlatılmıştır.

Kitabın Özeti

Naim Efandi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi. Babasından kalma bir serveti vardı. Büyük bir itina ile idare ediyor ve koruyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Bir çok defalar valiliklerde dolaştı.
Bütün çocukluğu, bütün gençliği İstanbul ‘un en kalabalık konağında geçen Naim Efendi eğlenceli toplantıları, dostlar arasındaki sohbetleri, misafirlere ziyafetleri çok severdi. Fakat öyle bir zaman yaşadı ki bunların hepsi yasaktı. Naim Efendi yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak bir tarafa, son senelerde yazılan ve konuşulan Türkçe’yi bile anlamıyordu.

Bundan beş sene öncesine kadar karısı Nefise Hanımefendi yanı başında idi, rahatı ve huzuru iyi durumdaydı. Zira, bu ihtiyar kadın ölünce evin içinde yalnız kaldı. O öldükten sonra yerine kızı Sekine hanım geçti; fakat Sekine Hanımı hiçbir yönüyle annesine benzemiyordu.

Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim Efendinin saflığından yararlanarak konak içerisinde işleri istediği gibi yürütüyordu. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında olmasına rağmen Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların sadık dostu idi. Bu yaşında birçok zevkleri vardı. Biraderinin küçük sırlarını bilen Seniha ise son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çolak vücudu, ipek böcekleri gibi daima biçim değiştirme, değişim içerisindeydi.
Pazartesi günleri Seniha’nın çay günleridir. Avrupa’nın bütün kibar kadınları gibi o günleri güzel giyinir, kuşanır ve tam beşte konağın salonunda az görülen bir hanımefendi gibi ziyaretçilerini beklerdi. Seniha salonun bir köşesinde iki genç kızla halasının torunu Hakkı Celis’in kendisine okuduğu şiirleri dinler gözüküyordu. Bu genç kendisinden iki ay küçük olmasına rağmen ve birçok şiiri bazı dergilerde çıkmasına rağmen ona parmakları mürekkep lekeli ve pantolonunun dizleri çıkmış zavallı bir okul çocuğu gibi görünmekten kurtulamıyordu. Saat beşte Faik Bey konağı ziyarete geldi. Faik Bey Cemil’in yakın arkadaşları arasındaydı. Kumral, zayıf, uzun saçları iyi taranmış bir gençti. Küçük yaşından beri Avrupa’nın önemli şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç sahte görülmeyen bir zerafet vardı. Faik Bey ile Seniha arasındaki ilişkinin bir arkadaşlık derecesinden fazla olması genç kızın bütün arkadaşları bilirdi. Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirlerdi. Günden güne aralarındaki sevgi çoğalmaya başladı. Faik Bey için Seniha’yı sevmek birdenbire vazgeçilmeyen birşey oluverdi. O şimdi kumara ne kadar düşkünse, Seniha’yı da o kadar arıyordu. Seniha’ya kendini o kadar bağlı hissediyordu.

Dört günlük bir ayrılıktan sonra sabah Faik Bey konağa geldi. Herkes uykudaydı. Saçları karma karışık, yüzü sapsarıydı. Suratında üç günlük bir sakal, toz renginde bir kir tabakası vardı. Seniha “Ne var? Ne oldu?” demek isteyen gözlerle Faik Bey’ e baktı. Faik Bey sessiz bir şekilde hiçbir şey söylemiyordu. Seniha daha sonra kardeşi Cemil’ den Faik Bey’ in kumarda Üç yüz elli lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrendi. Cemil parayı Seniha’nın büyükbabasından istemesini söyledi. Seniha’nın bunun olmayacağını söylemesi üzerine Cemil Seniha’nın elmaslarını rehin koymasını istedi. Seniha dolabını açtı içinden bir çekmece çıkardı. Çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza aldı ve birer birer Cemil’e uzattı ve hayatında ilk defa ağır ve ciddi bir şekilde düşündü, kaldı. Hayat bir an içinde, ona çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu dünyada güzellik bir hayal, asalet ve zerafet, insanın üstünde hafif bir cilaydı. Güzel bir yüze iskelet ifadesi vermek için iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için birkaç paket iskambil kağıdı, zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek için üç yüz elli liralık bir borç yeterliydi. Seniha kalbinin bu bir günlük hesaplaşmasından epeyce değişmiş çıktı.

Konağı kiraya verip kardeşi Selma Hanımefendi’nin yanına taşınma fikri ortaya çıktığından beri Naim Efendi’ nin rahatı, huzuru kaçtı. Selma Hanımefendi kararında o kadar katıydı ki hiçbir şekilde bunun önüne geçmek mümkün değildi. Naim Efendi; “Burada doğmuşum, burada yaşamışım, ihtiyarlamışım! Nasıl bırakır giderim?” diyordu. Selma Hanım; “Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız öleceğine, benim yanımda benim gözüm önünde ölürsün.” diyordu.

Konak, Naim Efendiyle beraber, hergün biraz daha yıkılıp gidiyordu. Zili bozulan sokak kapısı ağır bir tokmakla vuruluyor ve bir çok gıcırtılarla sarsılak açılıyordu.

Kitabın Ana Fikri

Bazı şeyleri kazanmak ve korumak epeyce zaman alır ama onları kaybetmek çok kolaydır.

Kitaptaki Olay ve Şahısların Değerlendirilmesi

Naim Efendi : Çok zengin ve zengin olduğu kadar da hesaplı bir kişidir. Çok önemli yerlerde çalışmış ve çok önemli bir kariyere sahip olmuştur. Ama devamlı bir değişim içerisinde olan bir ülkede eskiden kelme bir şahsiyet olduğu için bazı konulara uzak kalmıştır hatta gençlerin konuştuğu Türkçe’nin çoğunu anlamamaktadır. Eğlenceyi seven, neşeli bir insandır.

Seniha Hanım : Körpe, ince, çevik, ipekböceği gibi sürekli bir değişim halindedir. İlk başlarda cıvıl cıvıl bir kız olmasına rağmen zamanla çok değişir. Kimseyle görüşmez, kimseye bir şey söylemez olur.

Faik Bey : Aileyi uçuruma sürükeyen kişidir. Zevklerine göre yaşayan ve insanların umrunda olmadığı varlıklı bir ailenin oğludur.

Hakkı Celis : Senihayı sevmiştir fakat karşılık bulamayınca içine kapanmıştır. Kimseye sır vermeyen birisidir. İnsanlardan kaçmaya çalışmaktadır, yalnız kalmak ister.

Kitap Hakkında Şahsi Görüşler

Bir töre romanıdır. Üç neslin çatışması anlatılmıştır. Olay kapalı ve dar bir çevrede geçtiği için nesiller arasındaki uçurum, hızlı değişimin geyirdiği ahlak buhranı usta bir biçimde sergilenmiştir. Kitap akıcı ve sürükleyicidir.

Yazar Hakkında Bilgi

Kahire’de doğdu. Manisa’nın karaosmanoğulları ailesindendir. Öğrenimini bir Fransız oklulunda tamamladı. II.Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a geldi. Fecri Ati topluluğuna katıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başladı. Üsküdar Lisesinde felsefa dersleri okuttu. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya geçerek Batı Cephesi’nde bulundu. Deneme, makale, anı, oyun türlerinde eserler veren Yakup Kadri, daha çok romanlarıyla tanındı. Romanlarının konusu tarihsel ve olaylar olmuştur.

ESERLERİ

Roman : Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panaroma, 2 cilt, Hep O Şarkı. Hikaye Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikâyeleri.

Anı: Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 Yıl.

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Kırık Hayatlar Kitap Özeti

KİTABIN ADI : KIRIK HAYATLAR
KİTABIN YAZARI : Halid Ziya UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ : İnkilâp Kitap Evi
BASIM YILI : 1989

KİTABIN KONUSU


Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın son döneminde geçmektedir.Osmanlı’nın son döneminde Türk halkında batıya karşı körü körüne bir özenti oluşur.Batıdan alınması gereken teknoloji, ilim, bilim değilde; bizim yaşantımıza ters düşen kültürü taklit edilir.Özellikle İstanbul’da zengin diye nitelendirilen ve kendilerini halkdan daha üstün gören bir gurup, kendilerine batıda yapılan çılgın eğlenceleri örnek alıp, hemen her yerde görgüsüzce eğlenmeye çalışıyorlardı.Bu durum özellikle Türk aile yapısına aykırıydı ve bunun sonucu olarak bu tabakada aile bağları iyice zayıflamış hatta kopmuştu.Çirkeflik başını almış gidiyordu. Eşler birbirine sadık kalmıyor, hatta eşini aldatmak, ailesine bağlı kalmamak bir başarı olarak görülüyordu.Kitap o günün bu acı tablosunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.

KİTABIN ÖZETİ

Ömer Behiç yıllardır hayalindeki eve nihayet kavuşmuştu.Yatılı okulda okuduğu yıllarda hayal ettiği sıcak yuvasın a kavuşmak için çok beklemişti.Bu gün onun en büyük hayaline kavuştuğu gündü.

Ömer Behiç bir doktordur.Ailesi onun siyasal okuyup önemli bir memur olarak devlet dairesinde çalışmasını istiyordu. Böylece onun hayatını kurtaracağını düşünüyorlardı. Fakat o ailesinden gizli olarak tıbbiyenin sınavlarına girer ve kazandığı gün gelir, ailesine haber verir.Bundan sonra ailesi de onun seçimini kabul etmek zorunda kalır.Okulda çok başarılı bir öğrencidir. Geçmişinden gelen eziklikten dolayı pek sosyal bir insan değildir.Arkadaşları onu inek diye nitelendirir. Onu sosyal etkinliklere katılmaya ikna edebilen tek kişi vardır.O da arkadaşlarının tabiri ile ‘Piç Bekir’dir.Okulun son senesinde Ömer Behiç Babasını kaybeder.Okul bittikten sonra Fransa’ya master yapmaya gider. Burada iken de annesini kaybeder.Ona artık sahip çıkacak kimse yoktur.Fransa’da fakirlik içinde zorlukla eğitimini devam ettirir.Nihayet Fransa’daki eğitimini bitirip İstanbul’a geri döner.Halası artık onun evlenmesi gerektiğini düşünür ve onun için Vedide’yi istemeye giderler. Ömer Behiç Vedide’yi ilk gördüğü anda ona vurulur.Vedide el değmemiş, ailesi zengin olmasına rağmen İstanbul’un o karmaşık eğlence haytına dalmamış bir kızdır.Bu tanışmanın sonu evlilikle biter.O şimdi hayallerine karısını da eklemiştir.İşte bu gün sekiz yıllık arkadaşı ile ortak hayalleri gerçekleşmiştir.

Ömer Behiç evinin bir bölümünü de muayenehane olarak da kullanmaktadır. Burada birçok zengin hastalarını tedavi etmesinin yanında da fakir hastaları da ücretsiz tedavi etmektedir.Bu mutlu günlerinde karısı ilr birlikte etraflarındaki kötü olayları düşünüp, bu olayların kendi ailelerinin başına gelmemesi için de dua etmektedirler.

Ömer Behiç bir gün yolda eski bir arkadaşına rastlar.Bu doktor arkadaşı İstanbul sosyetesinde çaplıkınlıkları ile ünlü ve bundan büyük gurur duyan bir şahıstır.Tabiki bu Piç Bekir’den başkası değildir.Karşılaştıkları günden itibaren Bekir Servet ile sık sık görüşmeye başlarlar.Bekir ona hovardalıklarını anlattıkça Ömer Behiç ona çok acımaktadır.Son zamanlarda Bekir Servet İstanbul’da zenginliği ile ve çapkınlığı ile tanınan bir ailenin uçarı kızı olan Nebile ile aşk yaşamaktadır.Bir gün Bekir Servet, Ömer Behiç’e bir hastasını bakması için daha doğrusu ondan görüş almak için rica eder.Gittikleri ev Nebile’nin evidir.Nebile rahat tavırları ile Ömer Behiç’I oldukça şaşırtmıştır.Bekir Servet ile Nebile onun karşışında Aşk oyunları yapmaktan geri kalmamışlardır.İşleri bitip çıkarken Nebile’nin küçük kardeşi Neyyir ortaya çıkar.Ömer Behiç onu görür görmez içinde fırtınalar kopar, eve geldiğinde hâlâ onu düşünmektedir. Bir süre sonra Neyyir hasta olduğu bahanesi ile Ömer Behiç’i eve çağırır.Kontrol sırasında çok yakınlaşırlar ve Neyyir’in çıplak vücuduna dokunan Ömer Behiç, ona daha da vurulur.Kız ona bir adres verir ve orada buluşmalarında herşeyin daha farklı olacağını söyler.Böylece yasaklı aşk başlar. Bu sırada Bekir Servet Müzzan isimli dul bir kadına aşık olur ve onunla evlenip geçmişine bir sünger çeker.Bu durumda Ömer Behiç yasak aşkını arkadaşı ile dahi paylaşamaz.

Kara bulutlar ailenin başındadır.Ömer Behiç’in iki lızı vardır.Küçük olan kızlarının eski bir hastalığı tekrar başlar.Çocuk günden güne erir ve doktorlar bir çare bulamazlar.Ömer Behiç’in yasak aşk cephesi de kötü geçmektedir.Neyyir zengin biri ile evlenma hazırlıklarına başlar.Fakat ilişkileri hâlâ sürmektedir.Bu kötü olaylar Ömer Behiç’I harap eder. Neyyir’in etkisi ile ailesini hatta hasta kızını ihmal eder.Karısı ise bu yasak aşktan haberdar olmuştur bile.Aynı evde iki yabancı gibidirler.Küçük kızlar kısa bir süre sonra vefat eder.Vedide iyice kendi iç âlemine dalar.Tüm gün odasına çekilip, namaz kılıp, kur’an okumaya başlar.Bu sırada Neyyir de evlenmiş fakat yasak aşkını hâlâ sürdürmek istemektedir.Ömer Behiç onun her teklifini geri çevirir.Neyyir’in son mesajında onu son defa olarak görmek isteidği yazmaktadır.Ömer Behiç bunu kabul eder.Fakat onu görünce tekrar bu ilişkinin başlamasından da korkmaktadır.Tam Neyyir’in yalısına giderken karar değiştirip kızının mezarına gider.Yaptığı herşeye pişman olur ve mezarın başında saatlerce ağlar.Acele ile evine geri döner.Hızla Vedide’nin odasına dalar.Vedide her zamanki gibi seccadesinin üstündedir.Çok eskiden olduğu gibi başını melek karısının dizlerine koyup ağlamaya başlar. Vedide ilk önce tepki vermez, daha sonra ise sıcak göz yaşlari Ömer Behiç’in yüzüne damlamaya başlar.Karı-koca birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar.Ömer Behiç bir şeyi daha yeni farkeder.Vedide’nin simsiyah olan lüle lüle saçaları çoktan ağarmıştır…

KİTABIN ANA FİKRİ

Kendi kültürüne sahip çıkmayan, diğer toplumları körükörüne taklit eden toplumlar yozlaşmaya ve mutsuz yaşamaya mahkûmdurlar.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ömer Behiç:Kültürlü,birşeyler öğrenme arzusu ile yanan, idealist olmayan bir kişidir.

Vedide:Ailesi için herşeyini feda edebilecek kültürlü, iyi yetişmiş bir annedir.

Bekir Servet:Hayatı günü gününe yaşayan, kadınlara gereken değeri vermeyen, çapkın bir İstanbul beyefendisidir.

Neyyir:Minyon tipli, karşısındakini kendine bağlamayı çok iyi başaran, güzel, fakat Türk aile toplumuna aykırı bir yaşantısı olan bir genç kızdır.

Nebile:Kardeşine göre biraz daha şişman olan ve kardeşi kadar etkileyici olmayan, yaşantısı kardeşi gibi olan bir genç kızdır.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitaptaki olaylar o kadar güzel işlenmiş ki okuyucu sanki olayları kendi yaşıyormuş gibi hissediyor.Hatta kendim okurken olayalrı kendimi o kadar kaptırmış oluyordum ki, roman kahramanlarına kendi kendime bağırıp çağırıyordum.Kitap o günkü yaşantıyı ve çevreyi çok güzel tasvir ediyor.Ama bu tasvir sırasında süslü sözlere çok yer verdiği oluyor.Dili ağır olan bir kitaptır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Halid Ziya UŞAKLIGİL (1866-1945)

Srevet-i Fünun romancılarından, İstanbul’da doğdu ve yine bu şehirde öldü.İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi’ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrıldı.1884’te ‘Nevruz’ gazetesini, daha sonra ’Hizmet’ ve ‘Ahenk’ gazetelerini kurdu.İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı.İdadi’de Türk Edebiyatı dersi okuttu.Reji Müdürlüğü başkatibi oldu.Servet-I Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı.Kitaplaarındaki kişileri her zaman gerçek hayattan seçmiştir..Fransızca,İngilizce,İtalyanca, Almanca, Arapça ‘da birçok eserleri vardır.Her konuda eserleri vardır.

Etiketler: , , , , , , , , , ,

İnci Kitap Özeti

KİTABIN ADI : İNCİ
KİTABIN YAZARI : John STEINBECK
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Remzi Kitap Evi
BASIM YILI : 1984

KİTABIN KONUSU

Yoksul bir denizcinin bebeğini bir akrebin sokması ve ardından büyük bir inci bulmasıyla gelişen olaylar.

KİTABIN ÖZETİ

Pedro;Salinas’ta, deniz kıyısında, saz evlerde yaşayan yoksul denizcilerden biridir. Evleneli çok olmamıştır. İlk çocukları maalesef tedavi edemedikleri bir hastalıktan dolayı ölür. Artık umutları ikinci çocukları olmuştur. Bir sabah bebeği bir akrep sokar. Pedro hızla davranır ve akrebi öldürür. O ve eşi bebeği alır ve şehirdeki doktora götürürler. Doktor zengin ve acımasız bir insandır ve paraları olmadığını bildiği için çifti başından savar.
Eve döndükten sonra Pedro, bambudan yapılmış kayığını alır ve inci avına çıkar. Kıyıdan açıldıktan sonra dalar ve dipten o güne kadar görülmüş en büyük incilerden birini çıkarır. Evine döner ve eşine gösterir. Bu inciyi satarak kazanacakları parayla bebeği tedavi ettireceklerini sonra onu okutup bu yaşamdan kurtulacaklarını planlarlar. O gün Pedro’nun kardeşi ve karısı da evlerine gelirler ve tavsiyelerde bulunurlar.
Büyük incinin haberi tüm şehre ulaşmıştır. Doktorun ise inciye sahip olup Salinas gibi bir taşra kentinden kurtulup Paris’e gitmeyi planlamaktadır. Ertesi gün doktor uşağıyla tedavi için Pedro’nun saz evine gelir. Bebek iki gündür iyi durumda olduğu için Pedro doktoru reddeder. Doktor ise çocuğa bir ilaç içirir ve çocuğun ateşlenebileceğini söyler. Dediği gibi bebek ateşlenir ve doktor o esnada yeniden gelir ve çocuğun ateşini geçirir. Doktorun asıl amacı Pedro’nun inciyi nereye sakladığını öğrenmektir. Gerçekten konuşurlarken Pedro’nun gözü inciyi gömdüğü yere kaçar ve doktor incinin yerini öğrenir. Gece uyurlarken birinin geldiğini hisseder ve boğuşurlar. Boğuşma esnasında Pedro adamı bıçakla öldürür. Hırsızlar ayrıca yangın çıkartmıştır ve bazı saz evler yanmıştır. Pedro ve eşi kaçamaya karar verirler ama kayıklarının da delindiğini görürler. Pedro’nun karısı ona devamlı bu incinin uğursuz olduğunu ve ondan kurtulmaları gerektiğini söylemektedir. Yürüyerek kaçmaya karar verirler.

Yürüyüş esnasında kayalık bir arazide mola verirler. Dinlenirlerken yoldan birilerinin geçtiğini farkederler. Sessizce dinlerler ve bunların peşlerine düşen kelle avcıları olduklarını anlarlar. Artık arazide daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Gece olunca bir kaya kovuğuna yerleşirler. Kelle avcıları ise elli metre ileride su başında yatmaktadır. Pedro adamları öldürmek için harekete geçer. Yaklaştığı esnada bebeğin ağladığını duyar. Avcılar da duymuştur ve bunu bir kurdun sesi sanmışlardır. Zarar vermesin diye sesin geldiği yöne nişan alırlar ve ateş ederler.

Ertesi sabah köylüler Pedro ve eşinin köye döndüklerini görürler. Yanlarında bebekleri yoktur. Pedro’nun karısının elinde kanlı bir şal durmaktadır. Köylüler bebeğin öldüğünü anlarlar. Pedro ve karısı deniz kıyısına giderler ve onlara devamlı uğursuzluk getirmiş olan bu inciyi denize,geldiği yere geri gönderirler.

KİTABIN ANA FİKRİ

Yoksul ve cahil insanlar yaşamın kendileri için hazırladığı yaşam çizgisinin dışına çıkamazlar.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE SAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bebeğin akrep tarafından sokulması büyük talihsizliktir. Pedro’nun çevresindekilerin inciyi ele geçirmek her türlü yola başvurmaları insanların para için herşeyi yapabileceği gerçeğini yansıtır.

ŞAHISLAR

Pedro : Dürüst,fakir,devamlı ezilmiş ama umutlarını hala kaybetmemiş biridir. Ailesini düşkündür ve onlar için kendisini tehlikeye atmaktan kaçınmaz.

Pedro’nun Eşi: Fedakar bir kadındır. Romanda kocası bir kez ona vurur. Ama bundan dolayı gücenmez. İncinin uğursuz olduğuna inamakta ve ondan kurtulmaları gerektiğine inanmaktadır.

Doktor : İnsanları küçümseyen, paraya düşkün ve para için her türlü kötülüğü yapmaya hazır olan biridir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitabı okumadan önce yazarı tanıyordum ve bazı eserlerini okumuştum. Yazar bilindik üslubu dışına çıkmayarak yoksul ve sıradan insanları konu ediniyor. Olay örgüsü ve insanların iç yüzünün para karşısında ortaya çıkması yaşamın üzücü gerçeklerindendir. Eserin okunmasının insana birçok şey kazandırdığı inancındayım.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

(1902-1968) 1962 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi John Steinbeck dünya edebiyatına ölümsüz yapıtlar kazandırmış bir yazardır. 1902′de California’da doğan, John Steinbeck, 1968′de New York’ta öldü. İnsan-doğa ve insan-insan ilişkilerini, özellikle de, çalışan tüm kesimlerin yaşamlarını anlatmadaki başarısıyla ünlüdür.

ÖNEMLİ ESERLERİ

ROMAN: Yukarı Mahalle(1935), Fareler ve İnsanlar(1937), Gazap Üzümleri (1939), Sardelye Sokağı(1945), Cennet Yolu(1952

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

İntibah Kitap Özeti

KİTABIN ADI : İNTİBAH
KİTABIN YAZARI : NAMIK KEMAL
BASILDIĞI YER : ATLAS KİTABEVİ
BASIM YILI : EYLÜL 1984

KİTABIN KONUSU

Ali bey adında bir şahıs mahpeyker adında eğlence düşkünü bir kadına henüz onu tanımadan aşık olur. Fakat fazla geçmeden kadın onu aldatır. Ali bey daha sonra Dilaşup adlı bir cariyeyle evlenir. Ama Mahpeyker bu olayları kıskanır. Türlü iftiralarn atar.ali bey de buna inanır. Ve ali bey’in sonu gelir.

KİTABIN ÖZETİ

Ali bey,varlıklı bir ailenin tek çocuğudur. 21-22yaşlarındadır. Kibar ve incedir. Bolca para harcamaktadır. Gösxterişten hoşlanmaaktadır. Babasının ölmesiyle melankoliye kaptırır kendini. Artık annesinin ona düşkünlüğü daha da artmıştır. İçine kapanık olmaması için Çamlıca gezintilerine götürür. Bunlaradan birinde Mahpeyker adlı zeki, erdemli ama her erkeği kendine bağlayabilen bir kadına tutulur.

Ali bey bu kadınla dost olur. O kadın artık anaesinden ve işinden önemlidir. Annesi bu durumu oğlunun bir arkadaşından öğrenir. Buna çareler arar. Eve Dilaşup isminde,güzel,temiz kalpli cariye alır. Kız, Ali beye kendini sevdirmek için her şeyi yapar.ama hiç bir şey başaramamıştır.

Günlerden birinde annesiyle arası açılmıştır. Mahpeyker’le yaşamak için onun yalısına gider. Kadın aşığı tüccar Abdullah efendi ile buluştuğu için,yalıya o gece sabaha karşı döner. Tartışırlar. Ali bey yıkılmıştır. Eve döner. Evde cariye onu yatıştırmaya, avutmaya çalışır. Ali bey de gittikçe bu cariyeye bağlanır ve evlenirler.Mahpeyker bu durumu sindiremez. Öç almak ister. Adamlarını kullanarak Dilaşup’a iftira attırır. Ali bey hemen inanır. Kızı önce döver, sonra esirciye satar. Cariyeyi Mahpeyker satın alır. Başka erkeklerle yatması için zorlar.

Ali bey bu olaylar karşısında yatağa düşer. Annesi oğlunun bu durumuna dayanamayarak ölür. Mahpeyker’in kini artmaktadır. Çünkü Ali bey dönmemiştir. Onu öldürtmeye karar verir. Birlikte yaşadığı Abdullah Efendi’nin köşkünde bir davete çağırtır. Orada tüccarın adamı Hırvat tarafından öldürülecektir. Dilaşup, bir rastlantıyla bu durumu öğrenir. Bir aracıyla Ali beye iletir. Ali bey önce inanmaz.Köşke gelince doğru olduğunu anlar. Köşkten gizlice ayrılır. O dışarrıdayken içeri Hırvat girer eşinin paltosuna bürünmüş olan Dilaşup’u Ali bey zannederek öldürür.

Ali bey köşkü polislerle basar.İçeri girdiklerinde eşini kanlar içinde ölü olarak bulur. Tam o sırada alaycı bir tavırla Mahpeyker gelir. Ali bey dayanamaz. Hırvat’ın orada bıraktığı bıçakla Mahpeyker’I öldürür.Ali beyi tutuklarlar, hapse atılır.Hapishanede acıdan hastalanır.Altı ay sonra da ölür.

KİTABIN ANA FİKRİ

Ali bey adlı bir kişinin Mahpeyker adlı bir kadını tanımadan dost olması. Bu beraberliğin fazla uzun sürmeden son bulması ve bu kadının daha sonra Ali beyin hayatını mahvetmesidir.

KİTAPTAN ALINACAK DERSLER

Bir kişiyle dost olmadan önce öncelikle onu çok iyi tanımalıyız. Görünüşlere aldanmamalıyız. Arkadaşlık için önemli olan iç görünüşteki güzelliktir. Kalıcı bir dostluk kurmak istiyorsak para önemli olmamalıdır ve ikinci planda olmalıdır. Her zaman için büyüklerimizin sözlerini dinlemeliyiz ve onlara göre hareket etmeliyiz.

Kulaktan dolma sözlere inanmamalıyız. O sözü söyleyenin art niyetli olup olmadığını düşünmeli ve sözün doğruluğunu araştırmalıyız.İftira denilen bu sözlere körü körüne inanırsak romanda da görüldüğü gibi çok ciddi felaketlere neden olabilir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN TAHLİLİ

Ali bey:Romanın kahramanıdır. Varlıklı bir ailenin tek çocuğudur. 21-22yaşlarındadır. Kibar ve incedir. Bolca para harcamaktadır. Gösterişten hoşlanmaktadır.onun için maneviyat değil maddiyat önemlidir Çok çabuk ikna olabilen bir mizaca sahiptir. İftiralara çok çabuk inanmaktadır.Kadınlara karşı bir zaafı vardır.

Mahpeyker: Zeki, erdemli ama her erkeği kendine bağlayabilen bir kadındır. Çok zengin birisidir.yalısı vardır. Ali beyden başka bir tüccar sevgilisi vardır. Her zaman için maddiyata önem verir. Eğlence düşkünüdür. İnsanların mutlu olmasını çekememektedir. Bu yüzden onların hayatını karartmamak için uğraşmıştır.

Dilaşup: Ali beyin annesi tarafından satın alınmıştır. Güzel,temiz kalpli bir cariyedir. Annesinin onu almasındaki maksat Mahpeyker ile Ali bey arsındaki ilişkiyi sona erdirmektir. Dilaşup Ali beyin karısı olmuştur. Ali beyin hayatını kendi canını feda ederek kurtarmıştır. Her zaman için iyinin kazanmasını istemiştir.

Ali bey’in annesi: Kocası öldükten sonra oğluna düşkünlüğü artmıştır. Ona babasının yokluğunu hissettirmemek için elinden geleni yapmıştır.iyi kalpli birisidir. Oğlunun iftiraya uğramasıyla buna dayanamaz ve ölür.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle Türk roman tarihinin sayılı eserlerindendir.Yazar kitabını sürükleyici bir dille yazmıştır. Kitabı okumaya başladıktan itibaren bir an bile elden atılası gelmiyor. Akıcı bir romandır.döneminin en iyi kitapları arsındadır. Toplumun içinde bulunan en önemli sorunlaradan birisini ele almıştır. Kullanılan kelimeler genellikle yalındır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

Namık Kemal (1840-1888)

Batı edebiyatının yazın türlerini ilk kez Türk toplumsal yaşamına sokmuştur. 21 Aralık 1840′ta Tekirdağ’da doğdu,2 Aralık 1888′de Sakız Adası’nda öldü. Arapça ve Farsça öğrendi. 1863′te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi.Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865′te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek M. Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşamaması üzerine Muhbir’den ayrıldı. 1868′de gene M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872′de İbret gazetesini kiraladı. Gelibolu’da yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873′te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul’a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi. 1876′da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan’ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası’na sürüldü. 1879′da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884′te Rodos, 1887′de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü.

Namık Kemal ilk şiirlerini çocuk denecek yaşlarda yazmaya başlamıştır. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilenmiştir. Şinasi’yle tanışmasından sonra şiirlerindeki içerik de değişmiştir. Günlük konuşma dilinden alıntıların yanı sıra, o zamana değin geleneksel Türk şiirinde görülmemiş olan “hürriyet kavgası”, “esaret zinciri”, “vatan”, “kalb-i millet” gibi yepyeni kavramlarla birlikte, doğrudan doğruya düşüncenin aktarılmasını amaçlayan bir tür “manzum nesir” oluşturmuştur. Türk şiirini Divan şiirinin edilgen edasından kurtarmıştır. Bütün bu nitelikler onun Vatan Şairi olarak anılmasına yol açmıştır.

Tiyatro türüne özellikle önem veren Namık Kemal, altı oyun yazmıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistire yalnız ülke için değil, Avrupa’da da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir.

Namık Kemal’in ilk romanı olan İntibah 1876′da yayımlanmıştır.

Namık Kemal romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri olmuştur. En önemli eleştiri yapıtları Tahrib-i Harâbât ile Takip’dir. Eleştirilerinde canlı, dolaysız bir üslup kullanmıştır. Tahrib-i Harâbât, Ziya Paşa’nın Harâbât adlı güldestesine karşı yazılmış sert bir eleştiri niteliğindedir. Namık Kemal gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yer alır.Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazmıştır.

YAPITLAR

Oyun: Vatan Yahut Silistire, 1873 (yeni harflerle, 1940); Zavallı Çocuk, 1873 (yeni harflerle, 1940); Akif Bey, 1874 (yeni harflerle, 1958); Celaleddin Harzemşah, 1885 (yeni harflerle, 1977); Kara Belâ, 1908.

Roman: İntibah, 1876 (yeni harflerle, 1944); Cezmi, 1880 (yeni harflerle, 1963).

Eleştiri: Tahrib-i Harâbât, 1885; Takip, 1885; Renan Müdafaanamesi, 1908 (yeni harflerle, 1962); İrfan Paşa’ya Mektup, 1887; Mukaddeme-i Celal, 1888.

Tarihsel Yapıt: Devr-i İstila, 1871; Barika-i Zafer, 1872; Evrak-ı Perişan, 1872 (yeni harflerle, 1973); Kanije, 1874; Silistire Muhasarası, 1874 (yeni harflerle, 1946); Osmanlı Tarihi, (ö.s.), 1889 (yeni harflerle, 3 cilt, 1971-1974); Büyük İslam Tarihi, (ö.s.), 1975.

Çeşitli: Rüya, 1893; Namık Kemal’in Mektupları, Ö.F. Akün (yay.), 1972.

Etiketler: , , , , , , , , , ,

İhtiyar Dost Kitap Özeti

KİTABIN ADI : İHTİYAR DOST
KİTABIN YAZARI : HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ VE ADRESİ : İNKILAP KİTAP EVİ
BASIM YILI : 1990

KİTABIN KONUSU

“İhtiyar dost” adlı eser Halit Ziya’nın önemi oranında tanınmamış eserlerindendir. Eser hem hikayeye hem makaleyi andırmaktadır . Kitap bir çok bölümden meydana geldiği için bir tek konusu, belirli bir ana fikri bulunmamaktadır.

KİTABIN ÖZETİ


AĞAÇ KURDU

Bu bölümde yazar, ikinci meşrutiyetten sonra ortaya çıkmış bazı devlet ve toplum sorunlarından bahsetmektedir.

Yazar, devletin her ortamda, her şartta aksaksız görevini yerine getiren bir değirmen gibi görevini ifa etmesi gerktiğini, toplumda çıkan görüş ayrıklarından etkilenmemesi gerektiğini ifade etmiştir

Yazarın bu bölümde ençok üzerinde durduğu mesele, şu anda da toplumumuza musallat olmuş ahlaki yapıdaki çatırtılardır.

Toplumu bir ağaca benzetmiştir. Nasıl bir ağacın köklerine ve bedenine, musallat olmuş kurtlar, o ağacı yer, kurutur ve birgün küçük bir esintiyle devrilip gitmesine sebep olur, tıpkı bunun gibi, toplumun can damarına, gençliğine musallat olmuş, ahlaksızlık belasıda toplumu yer, kurutur ve yıkılmasına sebep olur.

Yazar bu konuyu kendi üslubu içinde anlatmıştır

KAHVE BEKLERKEN

Bu bölümde yazar , toplumun direği olan gençliğin, toplumun kokuşup gitmesine sebep olabileceğini “ağaç kurdu” bölümüne parelel olarak anlatmış ve bununsebeplerini anlatmıştır.

“Geçmişini inkar etmek”. Yazar geçmişini inkar eden bir toplumun yaşayamayacağını vurgulamış, hatta o toplumu ölü kabul ettigini belirtmiştir. Bu inkarın en büyük sebebi olarakta; bilgilerin, yanlış bir noktadan, bozuk bir yönden yansınış olan bilgiler olduğunu söylemiştir.

“Geçmiş ve gelecek aynı ömür kitabının iki sayfasıdır; birini yırtmak ötekini tamamlanmamış halde bırrakmak demektir.Hele ikincisini yazmak isteyenler, birincisini okumamış-görmemiş bulu-nurlarsa, yazacakları şey asılsız-temelsiz boş uydurma masallardan başka birşey değildir. Bu ömür kitabının ilk sayfası ne kadar hatalarla dolu olursa olsun, hiç bir şey onu kendisinden sonra gelen sayfanın başlangıcı olmaktan alıkoyamaz “.

Yazar bu kendine has ifadeleriyle güzel bir noktaya değinmiş ve aynı zamanda geçmişimizi öğrenmemiz konusuna dikkat çekmiştir .

NOT : Yazılanlar kitabın bölümlerinden sadece ikisidir.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kitabın baş şahısları İhtiyar Dost ve yazardır.

İhtiyar Dost : aslında yazarın ta kendisidir. Yazar, kendi kişiliğini, duygularını, ihtiyar dostuna yüklemiş ve en önemlisi benliği ile bu hayali dostunu yaratmıştır. Yazar kendisini, duygularını düşüncelerini ve hayattan beklentilerini ihtiyar dostunun diliyle anlatmıştır.

ESRLERİ

Solgun Demet Aşk-ı Memnu Bir hikaye- Sevda Saray Ve Ötesi Nemide Mavi Ve siyah Kırk Yıl Kırık Hayaller Kadın Pençesi Hepsinden Acı Terdi Ve Şürekası Bir i ölünün Defteri Bir şiir- i Hayal

Etiketler: , , , , , , , , ,

İhtiyar Balıkçı Kitap Özeti

KİTABIN ADI : İHTİYAR BALIKÇI
KİTABIN YAZARI : ERNEST HEMINGWAY
YAYIN EVİ VE ADRESİ : BİLGİ YAYINEVİ-MEŞRUTİYET CAD.
BASIM YILI : BİRİNCİ BASIM-MAYIS 1983

KİTABIN KONUSU


İhtiyar bir balıkçının tüm olumsuzluklara rağmen umudunu hiç yitirmeyişini ve her türlü zorluğa karşı nasıl mücadele ettiğini konu alıyor.

ROMANIN ÖZETİ


Golf Stream’de küçük teknesiyle yalnız başına avlanan ihtiyar bir balıkçı vardı. Zayıf, kavruk yüzü kederli, ensesi kırış kırış bir adamdı.Yanakları, güneşin tropik denizlerde meydana getirdiği yansımaların esmer lekeleriyle kaplıydı. Bu lekeler yüzünde aşağı çenesine kadar iniyordu. Elleri, oltasına takılan ağır balıkları çekerken açılan yarıklarla yol yoldu. Ne var ki bu yarıkların hiçbiri taze değildi. Bir çöl kuraklığını andıran balıksız günler kadar eskiydi bunllar.

Evet tam seksen dört gündür tek bir balık tutamadan dönüyordu. İlk kırk gün yanına birde çocuk almıştı. Fakat birbiri ardına birçok gün eli boş döndükten sonra çocuğun ailesi, ihtiyar balıkçının artık talihsizlikten de beter bir salao’ya uğradığına inanarak, çocuklarını ilk hafta içinde üç güzel balık yakalayan bir başka tekneye vermişlerdi. İhtiyar balıkçının her gün ufacık teknesiyle eli boş dönüşünü görmek çocuğa pek dokunuyordu. Teknenin gelişini görünce hemen aşağı sahile, olta yumaklarını, sereni, zıpkını, yelkeni taşımak için eski ustasının yardımına koşuyordu. Çocuk ihtiyar balıkçıya büyük bir hayranlık duyuyordu, herşeyi ondan öğrenmişti. Ama onun yanından ayrılmak zorunda kaldığı içinde bir okadar üzgündü. Çocuk ihtiyarın yanından ayrılmasına rağmen bütün boş vakitlerini onunla geçiriyordu. İhtiyar balıkçıda her sabah çocuğun evine giderek onu uyandırıyor ve sahile birlikte iniyorlardı. İhtiyar, çocukla balığa çıktığı günleri çok özlüyordu. ihtiyar teknesini yükleyip, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yavaş yavaş denize açılarak uzaklaştı. Hava kararmaya başladığında çocuk sahilde yine ihtiyarı bekliyordu. Ama ihtiyar o günde hiç balık tutamadan geri dönüyordu, çocuk bunu öğrenince yine çok üzüldü ve o gün tuttuğu iki büyük balığı ihtiyara verdi ve balıkları yem olarak kullanmasını istedi.

İhtiyar ertesi sabah, güneş doğmadan, bir gün o hayalini kurduğu kılıç balığını yakalayacağına olan inancıyla tekrar denize açıldı ve okyanusun bereketli olduğunu umduğu bir köşesinin yolunu tuttu. İhtiyar balıkçı bu sefer çok uzaklara gitmeye karar vermişti. Koyun çevresinde haftalarca uğraştım, yine bişey tutamadım diye düşünüyordu.

Ortalık iyice ağarmadan uçları yemli oltalarını suya atrak, akıntıya doğru sıyırtmaya başladı ve çok geçmeden güneşin doğuşunu büyük bir zevkle seyretti. Aradan birkaç saat geçmişti, tam bu sırada biraz ilersinde siyah kanatlarını açmış bir kuşun süzülmekte olduğunu gördü ve birşeyler bulduğunu, oldukça büyük bir sürü olduğunu düşündü.Aradan çok geçmeden kıç tarafındaki oltanın ipleri ihtiyarın ayaklarının altında geriliverdi; ihtiyar adam kürekleri bırakarak oltaya el attı, küçük bir balığın ağırlığını nı hissedince hızla içeriye doğru çekmeye başladı. İçeri aldığı balık güzel bir palamuttu. İhtiyar, balığın iyi yemlik olacağını düşünerek balığı teknenin ucuna doğru fırlattı. Artık sahilin yeşil çizgisi gözden kaybolmuş, güneş iyice ısınmıştı, kürek çekerken ihtiyarın sırtında, ensesinden kuyruk sokumuna doğru ter damlaları iniyordu. işte o anda, olta ipinin altında küpeşteye dayadığı tahta çubuklardan birinin düştüğünü gördü ve bir süre sonra bir balığın zokayı yuttuğunu anladı, ip öylesine geriliyordu ki balığın nekadar büyük olduğunu tahmin bile edemiyordu ama şunu çok iyi biliyorduki bu balık herzaman hayalini kurduğu kılıç balığıydı. İhtiyar büyük bir uğraştan sonra oltanın hakimiyetini tamamiyle sağladı. Ama balık öylesine güçlüydü ki tekneyi sürüklemeye başlamıştı, oltanın ipide gittikçe boşalıyordu. İhtiyar balıkçı diğer oltaların ipinden ekleme yaparak oltanın boyunu bir hayli uzattı, artık kendinden emindi.

Bir süre sonra hava karardı, balık hiçte yorulacak gibi gözükmüyordu. Artık olta omuzlarına çok ağır geliyordu ve ihtiyar oltayı sağ omzundan sol omzuna sürekli değiştirmeye başladı. Ne olursa olsun balığa yenilmeyeceğini sürekli söyleyip kendi kendine konuşuyordu. Bir an için çocuğun yanında olduğunu düşündü. Eğer o yanımda olsaydı bu kadar yorulmazdım diyerek onu çok özlediğini söyledi. İhtiyar, balığın ani bir hareketiyle kendine geldi, içinden acaba pes etmeye mi başladı diye geçirmeye başladı. Ama balık yoluna hala devam ediyordu. İhtiyar çok açıkmıtı ve yakaladığı palamutu temizledikten sonra yemeye başladı, çok az suyu kalmıştı buna rağmen sonuna kadar devam etmeye karalıydı. Bir an için suya baktı ve teknenin yavaşladığını hissetti, balığın yine pes etmeye başladığını düşündü ama bu sefer yanılmamıştı. Balık iyice yavaşlayarak su üstüne çıktı. İhtiyar, balığı gördüğünde çok heyecanlandı, bu hayatında tuttuğu en büyük balıktı. Gümüşü andıran rengi güneşte parıl parıl parlıyor, uzun ağzının sivriliği insanın içini ürpertiyordu. İhtiyar büyük bir zorlukla su üstüne çıkardığı balığa mızrağını fırlatarak tamamen ölmesini sağladı ve balığı teknenin yanına ağzından ve kuyruğun dan sıkıca bağladı. Artık evinin yoluna koyulabilirdi, çünkü savaştan ihtiyar galip çıkmıştı. Denizde birkaç saat yol aldıktan sonra suların hareketlendiğini gördü. Evet korktuğu başına gelmişti, bunlar köpek balığıydı. Hemen teknesinde ayağa kalktı ve mızrağını eline alarak köpek balıklarına saldırmaya başladı. Uzun bir uğraştan sonra birini öldürdü ve öbürünüde ağır bir şekilde yaraladı ama onlarda kılıç balığına zarar vermişti. İkinci köpek balığını öldürmek isterken mızrağıda kırılmıştı ve ilerde köpek balıklarının tekrar saldıracağındanda emindi. İhtiyar yorgun bir hareketle tekneye oturdu ve teknenin küreğini içeri aldı, belindeki bıçağını çıkararak küreğe bağlamaya başladı, evet artık yeni bir mızrağı vardı. Artık tek düşündüğü biran önce evine varmak ve çocuğu görebilmekti. Nihayet günler sonra evine yaklaştığını hissetmeye başladı.Tam o sırada sudaki hareketlilik tekrar görülmeye başladı, yine köpek balıkları gelmişti ve kılıç balığına saldırmaya başlamışlardı. Balıktan bir ısırık alan, yuttuktan sonra tekrar geliyordu. İhtiyar balıkçı yaptığı mızrakla bu köpek balıklarınıda yenmeyi başardı ama kılıçbalığındanda fazla birşey kalmamıştı. İhtiyar herşeye rağmen bütün gün yoluna devam etti ve nihayet evinin bulunduğu sahilin ışıklarını görebildi, teknesini kıyıya yanaştırıp bağladıktan sonra hemen evine gitti.

Sabah olduğunda çocuk ihtiyarın teknesini gördü, teknenin etrafı bir hayli kalabalıktı, herkes ihtiyarın tuttuğu balığa bakıyordu etkilenmek için balıktan arta kalanlar bile yetiyordu. Çocuk teknenin yanına inmeden hızla ihtiyarın evine doğru koşmaya başladı. Eve vardığında o hala uyuyordu. Çocuk ihtiyarı seyretmeye başladı ve bir süre sonra ihtiyar gözünü açıp çocuğa sıcak bir gülümseme attıktan sonra tekrar uykuya daldı.

ANA FİKİR

Bir amacımız olduğu zaman, bu amacı gerçekleştimek için karşımıza çıkan zorluklarla, elinmizden gelenin en iyisini yaparak mücadele etmeliyiz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

İhtiyar Balıkçı: İçindeki mücadele ve savaşma ruhunu hiç kaybetmememiş, her türlü olumsuzlukda dahi kendisine ve tecrübelerine güvenen yılların eskitemediği bir balıkçıdır.

Küçük Çocuk: Balıkçılık mesleğini öğrenmek için küçük yaşta ihtiyar balıkçının yanında işe başlamış orta halli bir ailenin çocuğudur. Küçük çocuk ihtiyara büyük saygı ve sevgi duyar, ailesinin zoruyla ihtiyarın yanından alındığı ve bir başkasıyla çalışmaya başladığı dönemlerde dahi ihtiyara sürekli yardım etmiştir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap içeriği açısından çok güzel bir kitap, kitabı okurken hiç sıkılmadım, baştan sona sürükleyici ve etkileyici bir kitaptı. Özellikle ihtiyar balıkçının azim ve karalılığı beni çok etkiledi.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ

Ernest Hemingway bugün 100 yaşında. Küba’dan Afrika’ya dünyanın dört bir yanında serüvenin, tarihin ve insan öykülerinin peşinde koşan Nobel ödüllü yazar, dünya edebiyatının başyapıtlarına imza attı. Onu en iyi anlatan metinlerden birini, 1961′deki intiharının ardından Marquez’in kaleminden çıkan yazıydı.

Ernest Hemingway

Doğum : 21 Temmuz 1899, Oak Park, Illinois, ABD
Ölüm : 2 Temmuz 1961, Ketchum, Idaho
Asıl adı : Ernest Miller Hemingway

Ernest Hemingway, Chicago’nun varoşlarında doktor bir babayla ev hanımı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devlet okullarında eğitim gördü ve lise yıllarında yazmaya başladı, etkin ve göze batan bir öğrenciydi. Liseden mezun olduktan sonra Kansas City’ye gitti ve Star’ın muhabiri olarak çalışmaya başladı. Sağlıksız gözü yüzünden defalarca orduya girmesiengellendi ama Birinci Paylaşım Savaşımına Amerikan Kızıl Haçı’nın ambulans soförü olarak girmeyi başardı. 8 Temmuz 1918’de Avusturya-İtalya Cephesi’nde yaralandı –daha 19’unda bile değildi o zaman. Kahramanlık nişanı verildi ve Milan’da hastaneye yatırıldı. Orada Kızıl Haç hemşiresi Agnes von Kurowsky’ye aşık oldu ama von Kurowsky onunla evlenmeyi reddetti . Orada yaşadıklarını kendisi unutulmazanılar olarak adlandırıyor.

Evinde sağlığına kavuştuktan sonra tekrar yazmaya başladı ve bir süre Chicago’da düzensiz işlerde çalıştı. Sonrasında Toronto Star’ın dış muhabiri olarak Fransa’ya gitti. Orada diğer Amerikalı yazarlar tarafından -F. Scott Fitzgerald, Gertrude Stein, Ezra Pound- yüreklendirilen Hemingway, haber dışı yazılarını da yayınlamaya başladı. Seçma öykülerden oluşan ilk önemli kitabı, 1925 yılında “In Our Time” adıyla New York City’de yayınlandı. 1926 yılında “The Sun Also Rises”ı yayınladı, o bu romanını, “ilk somut başarısı” olarak tanımlıyordu. Fransa’da ve İspanya’da yaşayan “başıboş” göçmenlerin (savaş-sonrası “kayıp kuşak”) yaşamını anlatan “kötümser” ve parlak bir kitaptı bu. Bu çalışma ayrıca onu kamuoyuna tanıtan ilk çalışma olmuştu. (Hayatının geri kalan kısmında bir yansdan bu ilgiden hoşnut olur ve onu ararken diğer yandan da bu ilgiden sıkılmıştır Hemingway.) yine bir Amerikalı olan Sherwood Anderson’un “Dark Laughter” adlı kitabının bir parodisi olan “The Torrets of Spring”de yine aynı yıl yayınlandı.
Savaş sonrası yıllarda zamanının büyük bir bölümünü kitaplarına ayırdı. Paris’e yerleştiği halde kayak yapmak, boğa güreşi izlemek, balık avlamak ya da avlanmak için sürekli olarak seyahat ediyordu. Böyle bir yaşam bir yandan da yazın yaşamı için önemli bir arkaplan oluşturuyordu. “Men Without Women”la (1927) beraber kısa öykünün üstadı olarak anılmaya başlandı ve 1933’te yayınlanan “Winner Take Nothing” onun bu alanda ününün yerleşmesini sağlayan eseri oldu. En iyi öyküleri arasında “The Killers”, The Short Happy Life of Francis Macomber” ve “The Snows of Kilimajoro” sayılabilir. Ancak haklın gözünde “A Farewell to Arms” (1929) romanı böyle çalımalara gölge düşürdü. İtalya’da askerlik yaptığı günlere geri dönen Hemingway, aşk ile savaşı harmanlayarak sert ama lirik bir roman koydu ortaya. Birinci Paylaşım Savaşı sırasında İtalya Ambulans Servisi ile beraber çalışan Teğmen Frederic Henry yaralandıktan sonra sağlığına kavuşması sürecinde onunla ilgilenen bir İngiliz hemşire olan Catherine Barkley’e aşı kolur. Catherine, Teğmen’den hamile kalır, ama Teğmen kışlaya geri dönmek zorundadır. Teğmen, İtalyanlar’ın feciricatı sırasınsda firar eder ve tekrar birleşen cift İtalya’dan sınırı geçerek İsviçre’ye kaçarlar. Ancak orada, Catherine ve bebekleri doğum sırasında ölürler ve Frederic’i yalnız ve kendine küsmüşbir halde bırakırlar. Hemingway’in İspanya’ya ve boğa güreşine olan sevgisi “Death in The Afternoon”da (1932) somutlanır: bir spordan çok trajik bir tören olarak görmektedir ve eserinde bu seremoni üzerine çok bilgili olduğu da anlaşılmaktadır. Benzer biçimde 1933-34’te katıldığı bir safariyi de “The Green Hills of Africa”yla (1935) kaleme almış oldu.1937’de yayınladığı bir kısa roman olan “To Have and HaveNot” Büyük Kriz sırasında Key West’te alt-sınıf şiddetinden ve üst-sınıfın itibarını yitirmesinden oluşan bir arkaplana bir karşı çıkıştı.

Bundan sonra, İspanya İç Savaşı dolayısıyla ve ülkeye olan yoğun ilgisinin de bir sonucu olarak dört kez İspanya’ya gitti. General Fransisco Franco önderliğindeki Milliyetçilere karşı Cumhuriyetçiler için para topladı ve “The Fifth Column” adlı bir oyun yazdı. Oyun, işgal altındaki Madrid’te sergilendi. İspanya’ya son ziyaretinden sonra Havana’nın dışında mütevazi bir mülk edindi: “Finca Vigia” (Arayış Çiftliği), ve başka bir savaşı gözlemeye gitti –Japonya’nın Çin’e saldırısı.

Hemingway’in İspanya İç Savaşı’yla ilgili geniş deneyimi onun en ünlü eserinin ortaya çıkmasını sağladı “For Whom The Bell Tolls” (1940). Birçok eleştirmen bu romanın “A Farewell to Arms”tan daha iyi bir roman olduğunu iddia eder. Milliyetçi cephe ardındaki gerilla grubuna katılması için Guadarrama Dağları’na yollanan Amerikalı bir gönüllü olan Robert Jordan’ın öyküsünü anlatır bu romanında Hemingway. Roman daha çok Jordan’ın değişik kişilerle kurduğu ilişkiler üzerine kurulmuştur. Diyaloglar, geri-dönüşler ve öyküler yoluyla İspanyol karakterinin canlı bir profilini çizer ve İç Savaş’ın harekete geçirdiği acımasızlığı ve insanlık dışılığı gözler önüne serer. Jordan’ın görevi Cumhuriyetçiler’in atağına yardım etmek için Segovia yakınlarındaki stratejik bir köprüyü havaya uçurmaktır. Ancak kendisi bunun başarısızlığa mahkum olduğunu düşünmektedir. Yaklaşan bir felaket ortamında köprüyü uçurur ve yoldaşlarını geride bırakarak Milliyetçiler’e karşı bir son dakika direnişi hazırlamaya koyulur.
Hemingway yaşamı boyunca savaştan etkilenmiştir -“A Farewell to Arms”ta anlamsızlığı “For Him The Bell Tolls”ta meydana getirdiği yoldaşlık duygularına odaklaşmıştır- ve İkinci Paylaşım Savaşı ilerledikçe Heminggway’in yolu bir muhabir olarak Londra’ya düşmüştür.

Avrupa’daki savaştan sonra Hemingway evine dönerek ciddi bir çalışmaya gömülür. Yolculuklarından birinde (Afrika’ya giderken) bir uçak kazası sonucunda yaralandı. Daha sonra (1953’te) uzun bir mücadeleden sonra yakaladığı ve kayığına bağlayıp eve götürürken köpekbalıklarının saldırısına uğrayan ve balığından olan Kübalı bir denizcinin öyküsünü anlatan kısa romanıyla Pulitzer Ödülü’nü alır. 1954’te edebiyat alanında Nobel Ödülü’nü almasını sağlayan bu kitabı Viyana’yı terkettiği sırada ölen profesyonel bir askerin öyküsünü anlatan birönceki romanı “Across the River and into the Trees” (1950) kadar heyecaala övülmüştür.

1960’tan sonra Hemingway Ketchum’da (Idaho) yaşamaya başladı ve yaşamını ve çalışmalarını önceki gibi sürdürmeye çalıştı. Bir süre için başarılı oldu, ancak daha sonra, anksiyete ve depresyon dolayısıyla Rochester’da Mayo Clinic’te elektroşok tedavisi görmeye başladı. Eve dönmesine iki gün kala birsilahla yaşamınasonverdi.

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Handan Kitap ÖZeti

KİTAP ADI : Handan
KİTABIN YAZARI : Halide Edip ADIVAR
YAYIN EVİ : Atlas Kitabevi
BASIM YILI : Nisan 1995

KİTABIN KONUSU

20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan bir ailenin çok değerli, akıllı, sevimli bir kızının çileli hayatı ve onun çevresindeki insanların ondan etkilenip birbirine yazdıkları mektupları içeren bir kitap.

KİTABIN ÖZETİ

Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızı Neriman ile evlenecektir. Neriman Cemal Bey’in kızlarıyla yaşıttır ve onlarla büyümüş, alafranga bir çocukluk geçirmiştir.

Ailenin ayrıca Handan adında bir kızı vardır. Herkesin gözbebeği olan Handan, insanları çok çabuk etkileyebilen, kendisini sevdiren bir kızdır. Neriman’la kardeş gibi olan Handan, Nerman’ı küçüklüğünden beri yetiştirmiş, onu benliği altına almış gibi etkilemiştir. Neriman onun uğruna herşeyini verecek, ölümü bile göze alabilecek durumdadır.

Evlilik zamanı Handan, kocası Hüsnü Paşa ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Handan, gençliğinde Nazım adlı birisini sever ama Nazım sosyalist birisidir. Onun ideallerini ve amaçlarını kendisinden üstün tutup daha çok seveceğini düşünen Handan, Nazım’ın evlenme teklifini reddeder ve Hüsnü Paşa ile evlenir. Nazım bu olay üzerine kendini asar ve sorumlusu olarak Handan’ı gösteren bir mektup bırakır. Handan, bu olaydan dolayı kendini hiç affetmez ve Hüsnü Paşa ile olan evliliği hep sorunlu gider. Zaten Hüsnü Paşa’da onu sadece birkadın olarak sevmekte, sık sık metres bulup değiştirmektedir. Ayrıca bunları Handan’a rahatça söyleyebilmekte ve onların ne kadar güzel olduklarını anlatabilmektedir. Herkes tarafından ölürcesine sevilen Handan, önceleri buna dayanır. Hayatını sevmediği Hüsnü Paşaya adar. Onunla olan sorunlarını kapatmaya çalışır ve evliliğini sürdürmek için elinden geleni yapar. Fakat bu çabası onun gençliğini alır. Sonunda üç aydır ondan ayrı yaşayan Hüsnü Paşanın gönderdiği ağır ithamlarla dolu olan mektubu okuyunca beyninden gelen bir sorunla hasta olur. Hafızasını kaybetmiş, eskiden kalan hiçbirşeyi hatırlayamaz olmuştur. Ona hastalığı boyunca çok sevdiği Neriman ve kocası Refik Cemal bakar. Hüsnü Paşa ise yurt dışında metresleri ile eğlenmektedir. Bu olay onu pek ilgilendirmez. Neriman hamile olduğu için Refik Cemal onunla kalır ve Handan iki üç ay İtalya’da konsultasyonlara tabii kalır. Yanında sadece Refik Cemal ve bir hastabakıcı kalır. Handan, bu süre zarfında Refik Cemal’e aşık olmuştur. Ayrıca Refik Cemal’de ona delicesine severek vurulmuştur. Ancak evli olduğu ve karısını da çok sevdiği için ızdırap duyar, kendisini yer bitirir. Bir süre sonra Handan’ın hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Canından çok sevdiği Neriman’ın kocasına, Refik’e aşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanların ne olduğu değil, seni sevip sevmediği onemlidir. Eğer ki seni seveni seviyorsan ona karşılık ver ve mutlu ol. Ama sadece düşüncelerinden dolayı seni seveni reddedersen ve seni sevmeyene gidersen çok acı çekeceğin kaçınılmaz bir durum olur.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

HANDAN : Çok akıllı,güzel,okumayı seven,insanları kolayca etkileyebilen,alafranga bir hayat yaşamış,sabırlı ve duygusal bir insandır.

REFİK CEMAL: Kültürlü,utangaç ,karısını çok seven birisidir. Ama sonradan Handan’a aşık olmuştur.

NERİMAN : Güzel,vefalı,çok kültürü olmayan,Handan’ı çok seven ve sadakatli,kitap okumayı sevmeyen birisidir.

HÜSNÜ PAŞA : Kadınları ve karısını dahi sadece eğlence malzemesi olarak gören, çapkın zengin, kinci bir kişiliğe sahiptir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitabın dili çok akıcı olmayıp, duygusallıktan hoşlanan kişilere yonelik olabilir. İnsanlar arası ilişkileri çok iyi anlatan bir kitaptır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Halide Edip ADIVAR; meşrutiyet ve cumhuriyet yıllarının tanınmış edebiyatçılarındandır. 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Amerikan Kız Lisesi’ni bitiren ilk Türk kızıdır.1901’de liseyi bitirince pozitif bilimleri dersi hocası olan Salih Zeki ile evlenmiştir. İlk romanı Heyula’yı 1908’de neşreder. Salih Zeki’nin ikinci defe evlenmesi üzerine ondan ayrılır. Mütareke yıllarında Anadolu’ya geçerek yeni kocası Dr. Adnan ADIVARla Atatürk’e yardım ederler. Bu yıllardaki gözlemleri birçok eserinin temelini oluşturur. Yurt dışında 15 sene geçirdikten sonra İstanbul’a dönen Halide Edip, 1950-1954 yılları arası İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girmiş, 9 Ocak 1964’te İstanbul’da vefat etmiştir.

ESERLERİ: Heyula(1909), Raik’in Annesi (1908), Yeni Turan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923), Sinekli Bakkal (1935), Tatarcık (1938), Sonsuz Panayır (1946), Dağa Çıkan Kurt (1922), Türk ‘ün Ateşle İmtihanı (1959)…

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Gulyabani Kitap Özeti

KİTABIN ADI : Gulyabani
KİTABIN YAZARI : Hüseyin Rahmi Gürpınar
YAYINEVİ VE ADRESİ : Ankara Cad. 31/2 Çağaloğlu-İstanbul
BASIM YILI : Ocak 1995

KİTABIN KONUSU


Yazar cin,peri ve gulyabani gibi boş inancların nasıl kötüye kullanılarak saf ve namuslu insanların kandırıldığını anlatmıştır.

KİTABIN ÖZETİ

Hoppaca bir kız olan Munise çok güzel bir kızdır. Annesi ve babası o daha gençken ölür.Komşuları Munise’yi geyindirip,geçindirir ve çehiz vererek onu birisiyle evlendirirler. Fakat Munise kocasıyla pek anlaşamaz ve bir gün kocası evde yokken kaçar. Daha sonra ana dostu olan Ayşe Hanım adlı bir kadın onu bulur ve ona onun hizmetçilik yapabileceği iyi ve namuslu bir yere götüreceğini söyler. Ama Ayşe Hanımın Munise’ye bir tafsiyesi vardır. O da şudur ki; Eğer oradakalıp iyi para kazanmak ve daha sonra kendine iyi yuva kurmak istiyorsa orada olup bitenleri kimseye söylemeyecek ve bunlara tepki vermeyecekti. Munise bu fikre evet der.Ayşe Hanım Munise’yi bir dağın tepesindeki köşke götürür. Burada onları Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen adlı iki hizmetçi karşılar. Daha sonra Ayşe Hanım Munise’yi burada bırakıp gider. Munise bu köşkün garipliklerine şaşıp kalır. Çünki gelirken onları buraya getiren arabacını konuştuğu cin,per ve gulyabani muhabbetine inanamayan Munise, bunlara inanmaya başlar. Munise Ayşe Hanımın onu buraya büyük bir bahşiş karşılığında getirdiğini bu zaman anlar ve kafasına vurur. Gitmeye çalışır fakat ona buraya gelen insanların bir daha geri dönemeyeceğini söylerler. Munisenni getirildiği köşkün her tarafında her gece cinler,periler dolaşır.Bunlardan en korkuncu ise Gulyabani’dir. Cinler ve Periler her gece bu köşkün etrafına gelip odalara girerek abuk subuk sesler çıkarır ve Muniseye saldırırlar. Muniseyse ona verilen tafsiyeler göre hareket ederek sesini çıkarmaz bu da benim kaderimdir der. Bir gün gece bir erkek peri Munise Hanımın odasına gelir. Munise bu durum karşısında şaşkın kalmıştır. Bu erkek perinin adı Hasan’mış. Hasan çok güzel yüzlü peridir. Hasan kendisinin peri olmadığını ve onu bu köşkten kurtarmak istediğini söyler. Fakat Munise bu olaylarla sürekli karşılaştığından onun sözüne inanmaz. Hasan ise ona aşık olduğunu ve onu sevdiğini, onun için her şey yapabieceğini söyler. Daha sonra Hasan’ın insan olduğu ve Şehirden bu köye geldiği anlaşılır. Hasan sonunda bu cin,peri saçmalıklarının bir iç yüzünün olduğunu anlar ve bunu ortaya çıkarır. Demek ki, cin,per, ve gulyabani muhabbeti saçmalıktan ibaretmiş. Bunların hepsi cin,peri ve gulyabani kılığına girmiş birer insanlarmış.Bu insanlar cahil köy halkını kandırır ve namussuzca işler yaparlarmış. Hasan onların hepsini yakalar ve halkın önünde hepsini tanıtarak cezalandırır. Sonra Munise Hasan’la evlenir, köşkte hizmetçilik yapan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen’e de birer kaca bulurlar. Onlar da mutlulukla hayatını devam ettirir. Köşkün sahibi, Hanımefendi de Munise ve Hasan’la birlikte bir müddet yaşar ve sonra hayatını değiştirerek bütün malını ve mülkünü onlara bırakır. Hasan’la Munise hayatlarına mutlulukla devam ederler.

KİTABIN ANA FİKRİ

Cahil olmamak,batil düşüncelerden kaçınmak,bilimsel düşünceye önem vermek gerekir, aksi durumda istenilen yöne çevrilebilirsin.

KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kitapta sık geçen isimler şunlardır; Munise, Ayşe Hanım, Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen. Munise eserin baş kahramanı ve ve olayların odak noktasıdır. Ayşe Hanım Munise Hanımın annesinin eski dostudur. Hasan ise Munise’nin sevgilisidir. Çeşmifelek ve Ruşen ise köşkün sahibinin hizmetçileridir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Eserde masalcı yanın çok olması kitabı zevkli hale getirmiştir. İnsanlarınher zaman bilimsel düşünceye yer vermesi gerektiğini savunması bakımından,her söylenene inanmamak gerektiğini vurgulaması bakımından gençlerin okumasını tavsiye ederim.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ


Eserin yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır.17 Ağustos 1864’te İstanbu’un Ayaspaşa semtinde doğdu ve 8 Mart 1944’te yaşama gözlerini yumdu. Eserlerinde gerçekçiliği ve doğalcılığı savunan yazar, dil estetiğine önem vermez. En başarılı türü romanlarıdır. Romanlarından bazıları şunlardır; Şık, İffet, Can Pazarı, Namuslu Kokotlar ve Gulyabani’dir.

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Budala Kitap Özeti

KİTABIN ADI BUDALA
KİTABIN YAZARI DOSTOYEVSKİ
YAYIM EVİ VE ADRESİ ALFA-BASIM-YAYIM-DAĞITIM
BASIM YILI 1995

KİTABIN KONUSU

Romanın kahramanı Prens Mışkin, saralıdır. Tedavi gördüğü İsviçre’den döndüğünde elindeki giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur. Yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır. Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin, tam bir ermiş kişidir, sevmekten başka bir şey gelmez elinden. Müthiş bir zeka sahibidir. Çevresindekiler, onu her zaman yadırgarlar, ama onsuz da edemezler. Kendisi de saralı olan Dostoyevski, romanının kahramanına kendi kişiliğinden pek çok şey koymuştur. Prens Mışkin’in anıları, aslında Dostoyevski’nin anılarıdır. Prens Mıskin’in romanının bir yerinde anlattığı, siyasal görüşlerinden dolayı kurşuna dizilme cezası alan bir adamın öyküsü, aslında Dostoyevski’nin başından geçmiş bir olaydır. Bir tutku romanı olan Budala, Dostoyevski’nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.

KİTABIN ÖZETİ


Hasta prens Mişkin Rusya’dan İsviçre’ye Şnayder adlı bir doktorun kliniğine yollanır. Prens çok acı çeken bir insandır ve ara sıra hastalığıyla ilgili nöbetler geçirmektedir. Nöbet geçirdikten sonra budalalaşır ve afallar. Çocukları çok seven prens köydeki çocukların kalbini kazanmasıyla iyileşme sürecini de ivmelendirir.

Köydeki yoksul bir kızla ilgilenmesinden dolayı da çevresi tarafından ayıplanmaktadır. Nedeni ise kızın annesinin ölümünden sonra lanetlenmiş olmasıdır. İsviçrede üç sene kalan prens bir çok acılarla Rusya’ya döner ve soyunun son bireyiyle tanışmak için atılımlarda bulunur. Onunla tanışması aynı evde yaşayan Ganya ile tanışmasına da vesile olur. Ganya prense Nastasya’nın portresini gösterir ve prens artık Nastasya’ya çoktan vurulmuştur. Onu her ne pahasına olursa olsun aramaya başlar ve sonunda da bulur ve evlenme teklif eder. Buhranlı bir dönemde olan Nastasya bu teklifi kabul eder gibi yapıp reddeder ve Rogo Jin adındaki biriyle evlenmeye karar verir. Bu evlilikten sonra tekrar Mişkin’e kaçan Nastasya daha fazla dayanamayarak tekrar geri döner.

Hala Moskova’da bulunan Mişkin Nastasya’yı aramak için Petersburg’a gelir. Prens Mişkin Nastasya’yı aradığını bir sır gibi saklamaktadır. Bu günlerde Prens Mişkin bazı özel günlerde evinde partiler verir ve bu partilere de kitabındaki bütün kahramanları çağırır. Bu kişilerden Aglea adındaki kadın ise Prensi deliler gibi sevmektedir ve ona “Yoksul Şövalye” gibi imalarda bulunmaktadır. Bunları ise mektuplarında sık sık dile getirmektedir. Sonunda aglea ile Prens Mişkin nişanlanmaya karar verirler. Böylece Prens ikinci kez Ganya’nın sevdiği kadını elinden alır. Ancak bu nişandan da vazgeçen Mişkin Nastasya ile evlenmeye karar verir. Ancak aynı zamanda Aglea’yı çok sevdiğini de bilmektedir. Nastasya ile evlenecekleri sırada Rogo Jin gelir ve Nastasya’yı sessizce alır gider. Mişkin bunu sakince karşılar ve birşey diyemez. Rogo Jin Nastasya’yı Petersburg’ta öldürür ve bunu da Prens gelince öğrenir ve tekrar krize girerek budalalaşır. En sonunda Şnayder’in kliniğine gönderilir. Aglea ise Polonyalı bir Coutla evlenir. Rogo Jin ise 15 yıllığına İsviçre’ye sürülmüştür.

KİTABIN ANA FİKRİ

Kitapta vurgulanmak istenen nokta; insanlar için sevginin çok önemli bir kavram olduğu ve onsuz yaşanamayacağının kesin olduğudur. İnsanlar için sevdikleri o kadar değerlidir ki o varlıkları kaybetmeye tahammül edemezler tıpkı Prens Mişkin gibi.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kitapta genel olarak on üç karakterden bahsedilmektedir. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

PRENS MİŞKİN : Kendi iç dünyasında yaşayan, herkese güler yüzle davranan, budalalık derecesinde iyi ve insanları sevmekten başka birşey yapamayan bir prenstir.

ŞNAYDER : Prens Mişkin’in hastalığından dolayı yardım istediği, kendini ispat etmiş ve prensi kurtarmak için tüm gücünü kullanan iyi bir doktordur.

AGLEA : Prensi deliler gibi seven ve onu kaybetmemek için herşeyi göze alabilen, güzel ahlaklı ve gayet alımlı bir bayandır.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER


Anlatım yönünden üst düzeyde olan kitapta; çok uzun cümleler kullanılarak okuyucunun cümlede anlatılmak istenen manadan uzaklaşmasına sebebiyet verilmştir. Yine de bu uzun cümlelere rağmen roman akıcı ve sürükleyici olmasıyla okuyucuyu kendine bağlamaktadır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Rus edebiyatının en büyüklerinden olan Dostovyevski, 1821 Moskova doğumludur. Orta sınıf bir aileden gelen yazarın babası, yoksullar hastanesinde cerrahtı. Dostovyevski ilk eğitimini ailesinden aldı. Romanlarının tümünde, ailesinin çektiği sıkıntıların ve tanık oldukları yoksulluğun etkisi görülebilir. Çok çalkantılı geçmiştir Dostovyevski’nin hayatı. 17 yaşında askeri akademiye girmiş ama oradaki katı disipline uyamayıp ayrılmış, Norodniklerin siyasi görüşlerini benimsemiş, 1849’da idama mahkum edilmiş ve tam idam sehpasında öğrenmiştir cezasının sürgüne çevrildiğini. Ölümün kıyısından dönen ve Sibirya’daki sürgün yaşantısında zor günler geçiren Dostovyevski’nin siyasi görüşlerinin temelden farklılaştığını söyleyebiliriz. Kişiliğini derinden etkileyen epilepsi nöbetlerinin sıklaşması da bu tarihte başlar. Artık mistik bir dünya görüşü egemendir Dostovyevski’nin metinlerinde.

Bu günlerde Orhan Pamuk’un editörlüğünde başlayan Dostovyevski dizisinin ilk kitabı olarak yayınlanan “Ecinniler”, Dostovyevski’nin Norodnik ve ateist geçmişine dair bir özeleştiridir. Sürgün dönüşü; aşkları, evlilikleri, Avrupa seyahatleri, kumar tutkusu ve geçim sıkıntıları, Turgenyef’le olan çekişmelerleriyle geçirdi ömrünü bu büyük yazar. Çoğu kitabını yayıncılardan aldığı “kaporalar” nedeniyle çok kısa sürelerde tamamladı ve bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında olan Dostovyevski, 1881 yılında geçim sıkıntıları içinde hayata veda etti

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Bomba Kitap Özeti

KİTABIN ADI : BOMBA
KİTABIN YAZARI : ÖMER SEYFETTİN
YAYIN EVİ : BİLGİ
BASIM YILI : 1990

KİTABIN KONUSU

Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine girdiği devirde, sınır boyların da bulunan halkın yaşantıları kısa hikayeler şeklinde anlatılmaktadır. Benim anlatacağım hikayede de İtalyan gibi yetiştirilen bir çocuğun gerçek tarihini öğrenmesini anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ

PRIMO TÜRK ÇOCUĞU NASIL OLDU
Eylül gecesiydi ve gökyüzünde tek bi yıldız bile yoktu. Selanik, gündüzki heyacanlardan , gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve uyuyordu. Rıhtım ıssızdı. Olimpos Palas’ın , Kristal’in, Splandit Palas’ın ve diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştü bile. Tramvay yolunu tamir etmek için konulan parke taşlarının ilersinde, denize dogru inen küçük merdivenlerin başında, hareket etmeyen bir gölge dimdik durmakta idi. Gölge Paris’te okuyan sonra dolgun bir maaşla İzmir’e gelen ve burada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’ aitti. Türklük, garazi Avrupalılarca medeniyetsizlik olarak görülmekte idi. Kenan Bey’de onların adetlerine, ahlak anlayışlarına, terbiyelerine, cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliğe sahipti. Ve bu karakteri herkes tarafından da bilinmekte idi. Nazik ve eglenceli birisi idi. Savaşa tamamen karşıydı.

En sonun da o gece Kenan Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri, gördükleri ve gazetelerde okuduklarının etkisinde kalmıştı. Son derece rahatsızdı. Çünkü savaş çıkmış; İtalya Trablus’a saldırmış; hayran olduğu, insaniyete hizmet ettiğine inandığı Avrupalılar’ın öceden çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmişti. İlk Fransa’yı hatırladı. Daima insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamıştı. Masum, silahsız insanları öldürmüş onları esir etmiş, ruhlarına hakim olmaya çaılmışlardı. Daha sonra İngilizler’i düşündü ve İspanyollar’ı, Almanlar’ı hatta Belçika ve Portekizliler’i , en sonunda da İtalyanlar’ı düşündü. Hepsi aynıydı. Yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, Avrupalılar’ın naçiz bir kulu, hizmetcisi olduğunu düşündükce kahroldu. Düne kadar kendisine bile Türküm demeye sıkılıyordu. Bu memlekette tarihinin büyüklüğünü, geçmişini, dedelerinin şanını bilmeden, inkar etmiş ve milliyetinden uzaklaşmıştı. Hatta nekadar Avrupalılaşmış olduğunu düşünerek yürüdü ve kimseyi görmemeye çalışıyordu. Evine gitme düşüncesinden uzakta idi. Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne geldi. Bir odaya çıkatı ve yatağa uzandı. Yaşadığı olaylar onu şaşırtmıştı ve perişan etmişti. Hakaretin ve tecavüzden uyanan millet, İtalyan mektebinin, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştı. Ne kadar İtalyan varsa şüphsiz kovulacaktı. İtalyan dostu görünen bir Türk şüphesiz lanet ve nefretle memleketten dışarı çıkarılacaktı. Başı ağrımakta başının arısından gözleri yaşarmaktaydı.

Gözünün önüne eşi, çoçuğu ve evi geldi. O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mutlu yaşamıştı. Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırladı. Bir İtalyan’la evlenmişti buda ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir durummuş gibi gelmişti. Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermeyi şiddetle reddetmişti. Daha sonra ise kişisel menfaatlerini düşünmüş. Kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenan Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak kabullenmişti. Ona göre Türkiye’de sultanın ailesinden başka Türk aile yoktu. Bu düşünceler doğrultusunda Kenan Bey’i kızıyla birlikte Rum olarak kabul etmiş ve bu evliliğe izin vermişti.

Kenan Bey’le Grazi’nin evliliklerinin ilk iki yılında iki erkek çoçukları olmuştu. İtalyan adetlerini takip ederek çoçuklarını numara ile Primo! Sekundo! Diye çagırmışlardı. Sekundo hastalanmış ve ölmüştü. Grazia’nın babası Mösyö Vitalis Meşrutiyetin ilanından sonra Türkiye’de işlerin iyi gitmeyeceğini düşünerek İtalya’ya gitmiş ve çiftlik alarak oraya yerkeşmiişti. Kenan Bey babasının Grazia’yı ve kendisini İtalya’ya çağıracağını düşündü. Ne yapacaktı? Gitmeyeceği kesindi. Grazia’nın kendi ailesini bırakmaya razı olup olmayacağı düşündü. Çoçukları ve mutlu bir evlilikleri vardı ve birbirlerini çok seviyorlardı.

Sabah olduğunda ayağa kalktı ama bitürlü uyuyamamıştı. Otelden tranvayala yalısına geldi. Kapıyı hizmetçi kız açtı. Grazia ve Premo evde yoklardı. İki yol sandığı dikkatini çekti. Grazia yolculuğu düşünmüştü galiba. İlk defa görüyormuşcasına duvarlara , perdelere, eşyalara baktı. Türk hayatına, Türk ruhuna ait bir çizgi bile yoktu, birden Bursa’daki çoçukluğunun geçtiği baba evini hatırladı. Merdiven başındaki, ceviz ağcından eski ve guguklu saati, yaldızlı kafesin içindeki sürekli öten kanarya kuşunu ve babasının odasını düşündü. Herşey gözlerinin önünden film şeridi gibi akıyordu. Alçak sedirler ve kalın halılarla döşeli, vişne renginde perdeleri, duvarlarında asılı olan iğri ve altın kakmalı kılıçları, kamaları düşündü ve en önemlisi bu odadaki baş sedirin üstündeki etrafı ipekten ve sırmalı çevrelerle süslenmiş, mert bir Türk ruhundan saçılan iffet, namus, metanet, istiğna tavsiye eden mısraların yazılı olduğu levhayı hatırladı. Mısraların bazılarnda şunlar yazılıydı.

‘Geçme namerd köprüsünden, koparmasın seni!’
‘Korkma düşmandan, ki ateş olsa yandırmaz seni!’
‘Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni!’

Babası ne kadar genç dururdu. Gelen misafirlerde, ağalarda ona benzerdi. Bu levha güya kalplerin, ahlaklarının tercümesiydi. Başı yeşil örtülü annesiyle daima yere bakan, omzunda pembe bir atkı taşıyan mukaddes hemşiresini düşündü. Tahsilde iken annesi ve babası ölmüş, amcasının yanına giden hemşireside oranın yerlilerinden bir beyle evlenmişti. Kendisi on senedir ne Bursa’ya gitmiş, ne akrabalarını görmüştü. Hatta mallarını bile İstanbul’dan gönderdiği bir vekil vasıtasıyla satmıştı. Kenan Bey düşündü durdu. Düşündükce de iki gündür farkına vardığı durumunun aşağılığını, adiliğini anladı. Unuttuğu milliyetinin kıymetini bilemediği için acı bir hissekapıldı. Vicdan azapları içinde geçen yarım saat ona bir gün gibi görünmüştü.

Kapı zili çaldı. Grazia gelmişti. Ona sabah aldığı kararı nasıl söyleyeceğinin sıkıntısı içindeydi. Grazia Kenan Bey’e dün gece niye gelmediğini ve onu çok merak ettiğini söyler. Kenan Bey işi olduğunu ve bir otelde kaldığını söyler. Grazia ilan olunan harpten bahsetmeye başladı. Grazia sabah tercüman ile konuştuğunu hiç kimsenin bilmediğini, gazetelerin yazmadığı havadisleri öğrendiğini söyledi. Avrupalılar aralarında Fransa’ya Fas’ı, Almanya’ya Anadolu’yu, İtalya’ya Trablus’u, İngiltere ve Rusya’ya da Acemistan’ı taksim etmişlerdi. Birkaç ay sonra Rumeli’nin her tarafında bombalar patlayacak, Girit Yunanistan’a bağışlanacak, Arnavutluk’a, Makedonya’ya , Suriye’ye, Arabistan’a muhtariye verilecekti. Sultanlık avrupalıların eline verilecek Türkiye’de de ‘Beynelminel bir idare’ olacaktı. Avrupa’nın programı belli olmuştu. Grazia bunları çabucak anlattı. Tercümanın korkularını tekrar etti. Şimdi hükümet genç Türklerin elindedi. İki üç ay içinde Selanik’i terkedip İstanbul, İtalya ve yahut başka bir Avrupa memleketine gidilmeliydi, pasaportları bile hazırllatmıştı. Grazia Kenan Bey’e ne zaman hareket edebileceklerini sorduğunda Kenan Bey buradan bir yere gitmeyeceğini söyledi. Grazia inanamadı. Peki ben diye sorunca ‘sen de…’ diye karşılık verdi. Bu sırada Primo içeri girdi, yavaş yavaş yürümekteydi. Annesi ona hiddetli ve sert bir tavırla önemli bir konu konuştuklarını söyleyerek dışarı çıkardı.

Oysa primo olayların farkındaydı. Çünkü sabah mektebe gitmemiş Rum çoçuklarıyla rıhtımda balık tutmaya çalışırken mektep arkadaşlarından Orhan’ı görmüş ve yanındaki biraz büyükce olan bir Türk çoçuğuyla tanışmıştır. Bu bir Türk paşasının oğludur. Orhan Primo’ya sordu:

‘Senin baban Türk değil mi?’
Primo biraz kızararak ‘niçin soruyorsun ?’ dedi .
‘Soruyorum , niye inkar ediyorsun? Senin baban Türk mühendisi değil mi?’
‘Evet…’
‘O halde sen de Türksün!…’

Primo Türkçe bilmiyordu. Orhan Fransızca olarak elindeki Genç Türklerin beyannamesini tercüme etti. İtralyanlar’la Türkler’in muharebe ettiğini anlattı. Anlatırken en cesur, en asil bir millet olduğunu asırlarca bütün Asya’ya hakim olduklarından bahsetti. Atilla’nın Avrupa’yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük hükümetini Cengiz’in kurduğunu anlattı. Bir kaç asır evvel Avrupa’yı terbiye eden bu ırka bütün Avrupalıların saldırdıklarını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını söyledi. Türkler’in eski deniz savaşlarından zamanın da Akdenizi bir Türk gölü yaptıklarından, büyük paşa babasından, mülazım ağabeyinden duyduğu şeyleri oldukca büyüterek, mübalağalaştırarak, uzun uzan hikaye etmektti. Primo dinledi ve o an kendisinin, babasının Türk oluşundan derin bir iftihar duydu. Rıhtımdaki Rum çoçukları onun bir Türk çoçuğu ile saatlerce konuşmasını kıskandılar. Onu çağırdılar fakat Primo aldırmadı. Orhan bu sineklerin bir şey yapamayacaklarını ancak taciz etmesini bildiklerini ve kendilerini rahat bırakmayacaklarını söyleyerek dışarı çıkmalarını tavsiye etti. Bahçeden çıkarak, ileride İttehat ve Teraki kulubü önünde dehşetli bir kalabalık gördüler. Kapının yanındaki parmaklık setine siyah esvaplı, sarı bıyıklı, küçük fesli bir adam çıkmış, namussuz, alçak, korsan İtalyanlar’ın haberleri yokken ve dostları iken birdenbire vatanlarına hücum ettiklerini anlatmaktaydı. Bu adam Onların büyük ve güçlü zırhlılarına karşılık, kendilerininde kutsal bir haklarının olduğunu bunun onların zırhlılarının karşısındaki kuvvetinden bahsetmekteydi. Sonra bir telgraf okundu. Orhan onu tercüme etti. İtalyanlar’ın Trablusta iki harp gemisi kayalıklara çarparak batmıştı. Daha sonra numayişçiler yukarılara doğru çekilmişlerdi. Primo kapının dibinde bunları düşündü. Geçmişin hatırasını noktası noktasına hayalinden geçirdi ve göğsünün kabardığını hissetti.

Kapıya döndü içeride şiddetli ve heyacanlı konuşma devam etmekteydi. Anahtar deliğinden içeriyi dinledi. Annesi burada kalmayacağını söylüyor, Kenan Bey ise kalırsa artık İtalyan olarak değil Türk olarak kalacağını, gider ve İtalyan olarak kalırsa aralarındaki ilişkinin biteceğini , kendisini boşayacağını ve görüşmemek üzere ayrılacaklarını söyledi. Annesi yüz sene uzunluğunda geçen bir dakika sonunda cevabını veridi: ‘On seneyi, sadakatimi sen düşünmezsen ben hiç düşünmem babamın yanına gider orada rahibe olur kalırım.’ dedi. Tek isteği Primo’yuda yanında götürmekti. Kenan Bey bu kararı Primo’nun vermesi gerektiğini söylerve o anda Primoiçeri girer. Annesi içeri giren Primo’yu kucaklamak ister. Primo bunu dehşetli bir ciddiyetle reddeder. Grazia birden bire değişen yavrusunun bu hareketi karşısında dona kalır ve hiç bişey söyleyemez. Primo büyük bir adam tavrıyla babasının yanındaki koltuğa oturdu. Başını eline dayadı ve Fransızca olarak niye onun hakkında konuştuklarını sordu. İtalyanca söylemiyordu. Her ikiside şaşırdılar. Kısa bir sessizlikten sonra Kenan Bey savaş çıktığını annesi ile tamamen ayrılacaklarını ya kendisi ile kalıp Türk olacağını yada annesi ile gidip İtalyan olacağını söyledi ve bu konudaki kararını sordu. Primo oturduğu yerden şiddetle fırladı Grazia ve Kenan Bey ne yapıyor diye birbirlerine bakarlarken, Primo heyecanlı tavrıyla annesini ve babasını süzmeye başladı ve gayet bozuk bir Türkçe ile :

‘Ben .. Turko çoçuk ..Ben yok İtalyano..Ben burda…Ben çoçuk Türk..’ diye haykırdı.

Grazia hayret ve endişe içinde masanın yanındaki sandelyeye yığıldı. Kenan Bey gözlerine ve kulaklarına inanamamaktaydı. Primo sonra Victor Emmanuel’in resmine vurarak onu parçaladı. Kenan Bey seviçli ve şuursuz bir şekilde ayağa kalktı, kanapenin üzerinde, yükseklerden kendisine bakan bu Türk çoçuğunu kucakladı ve onu göğsüne bastırarak alnından öptü.

KİTABIN ANAFİKRİ

Türk milleti özünü bulmalı. Kendi benliğinden uzaklaştığı takdirde KURTULUŞ SAVAŞI’ndan önceki duruma gelinebileceğidir.

OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞETLENDİRİLMESİ

Kenan Bey: Türklüğü seveyen; garazi Avrupalılar’a, onların adetlerine, terbiyelerine ve cemiyetlerine hayran olan ve bunları kendine bir yaşam tarzı olarak benimseyen birisidir. Daha sonra olayları değerlendirecek ve özünü bulacaktır.

Grazia:
Kenan Bey’in İtalyan eşidir. Türkiye’de yaşamasına ve eşinin Türk olmasına rağmen İtalyan adetlerini sürdürmekte ve çocuğunuda tam bir İtalyan olarak yetiştirmek istemektedir. Savaş başlıyıncada onu alıp geri dönmek istemiştir.

Primo: Kenan Bey’in oğludur. Bir İtalyan gibi büyütülmüş ve Türkçe bilmemektedir. Daha sonra tanışacağı Orhan ona geçmişinin ne kadar şanlı olduğundan bahsetmiş ve onun da benliğini bulmasın da yardımcı olmuştur.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Gerçekten kitabı okurken bir Türk olmaktan gurur duydum ve damarım kabardı. Avrupalılar’ın hakkımızdaki düşünceleri, bizim üzerimizdeki istek ve düşünceleri ; Türkleri avrupalılaştırmak istemeleri üzerin de çok güzel durulmuş. Özellikle Kenan Bey’in hikayesi çok etkileyici idi.

YAZARIN HAKKINDA BİLGİ

HAYATI: Ömer Seyfettin 28.2.1884 tarihinde Gönen`de doğdu. Asker olan Ömer Şevki Bey`le Fatma Haınm`ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen`de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey`in görevinin nakli dolayısıyla Gönen`den ayrılan aile inebolu ve Ayancık`tan sonra İstanbul`a geldi. Bu sırada henüz sekiz yaşında olan Ömer Seyfettin, dedesinin Kocamustafapaşa`daki konağına yerleşildikten sonra, önce Mekteb-i Osma-nî`ye, ardından 1893 ders yılı basında Askerî Baytar Rüştiyesi`ne kaydedildi. Bu okulu 1896`da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi`ne devam etti. 1900`de İdadî`yi bitirerek İstanbul`a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahane`ye başladı. 1903 yılında Makedonya`nın karışması üzerine “Sınıf-ı müstacele” denilen bir hakla imtihansız mezun oldu. Piyade Asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik`te bulunan Üçüncü Ordu`nun İzmir Redif Tümeni`ne bağlı Kuşadası Redif Taburu`na tayin edildi. 1906`da İzmir Jandarma Okulu`na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemli bir hadiseydi. Zira bu vesileyle İzmir`deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktı. Nitekim bu yıllarda batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik`ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü. Mehmet Necip (Türkçü)`ten ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler aldı. Ömer Seyfettin Ocak 1909`da Selanik Üçüncü Ordu`da görevlendirilir. Bu sırada Balkanlar`da batılı devletlerin de teşvikiyle Osmanlı aleyhinde milliyetçilik hareketleri başlamıştı. Bunların neticesi olarak ortaya çıkan kargaşa üzerine bu bölgenin farklı yerlerinde görevler yaptı. Bu yıllarda edindiği izlenimler de yazar için son derece önemliydi. Zira Osmanlı aleyhindeki milliyetçilik hareketleri, kurulan komitalar ve onların yaptığı faaliyetlerle ilgili gözlemleri sonradan yazacağı hikayeleri, daha önemlisi fikrî ve edebî alanda açacağı yolu hazırlayan birikimler oldular. Selanik`te çıkmakta olan Hüsn ü Şi`r dergisinin ismi Akil Koyuncu`nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler’e çevrildikten bir süre sonra 11 Nisan 1911`de Ömer Seyfettin`in “Yeni Lisan” isimli ilk başyazısını imzasız olarak yayımladı. Bizzat yaşadığı hayatın ve o güne kadar devam eden arayışlarının cevabını Ziya Gökalp`ın düşüncesinde sistemleştirilmiş bir halde bulunca Gökalp`la birlikte Yeni Hayat kadrosunu oluşturdular. Genç Kalemler dergisi sayesinde bu hareket bir gençlik ve edebiyat faaliyeti halini aldı. “Bahar ve Kelebekler”, “Pamuk ipliği”, “İrtica Haberi”, “Bomba”, “Primo Türk Çocuğu”, “Ant” ve “Aşk Dalgası” adlı hikayeler de “Genç Kalemler”de yayımlandı. Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı`nın başlaması üzerine zarurî olarak dağıldılar. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı ve esir düştü. Nafliyon`da geçen esaret hayatı sırasında sürekli okudu. “Piç”, “Mehdi”, “Hürriyet Bayrakları” gibi hikayelerini bu yıllarda yazdı. Bu hikayeler Türk Yurdu’nda yayımlandı. Ömer Seyfettin 1913`te esaret hayatı bilince İstanbul`a döndü. Bir süre sonra da Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi. Burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi`nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü. 1915`te yalnızlıktan kurtulmak ve hayatına çeki düzen vermek maksadıyla İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Beşim Ethem Bey`in kızı Calibe Hanım`la evlendi. Fikrî ve ruhî anlamda uzaklıkları bulunan bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozuldu. Yazar tekrar yalnızlığına döndü. “Münferit Yalı” dediği Kalamış koyundaki bir yalıda sık sık uğrayan edebiyatçı dostları ve özellikle Ali Canip ve onun annesiyle yaptığı sohbetlerle yalnızlığını gidermeye çalıştı. 1917`den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920`ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikayecilik dönemi oldu. Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gibi gazetelerde hikaye ve makaleleri yayımlandı. Fakat diğer bir taraftan hastalığının artan belirtileri ile rahatsızdı. Mütareke yılları, işgal adındaki İstanbul ve Anadolu`daki kurtuluş mücadelesi gibi Türklüğü derinden etkileyen olayları bu fiziksel sıkıntılarının arasından algıladı. Hastalığı 25 Şubat 1920`de arttı, 4 Mart`ta hastahaneye kaldırıldı. Türk hikayeciliğinin bu unutulmaz ismi 6 Mart 1920`de hayata gözlerini yumdu. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı`na defnedildi. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya tramvay garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939`da Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı`na nakledildi.

ÖYKÜ KİTAPLARI:
Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı. Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı. Ömer Seyfettin’in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet.

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

 
Ödev Siteleri egitimhit.com/ http://www.ders.org/toplist/ ktunnel google adwords reklam sexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsex